Korkunun Renkleri 1
Hıdır Amangeldi
Türkçesi: Hüdayi Can
Yaşı
kırkı geçmiş Murat, belki kendi de farkına varmadan sokağın kenarında aşık
oynayan oğlan çocuklarını, arabasından inmeden büyük bir ilgi ve merakla, hatta
bundan da öte özentiyle seyrediyordu. Çocuklardan biri elindeki aşık kemiğini
düz atabildiğinde sanki kendi atmış gibi seviniyor, bir başkası ıskalasa ‘tüh’
diyerek üzüntüsünü dışa vurmaktan kendini alamıyordu. Onun bu halini görseniz
‘Hey, beni de oyuna alsanıza!..’ diyecek, arabadan inip çocuklara doğru
yürüyüverecek sanırdınız. Çocukların üttükleri aşıkları ceplerine atışlarını
görüp içinden: “Bizim zamanımızda özel aşık torbası kullanılırdı, hatta benim
sadece bir de değil, iki torbam vardı.” dedi. Ve ilave etti “Bunlar bizim
çırağımız olamaz yahu.” Sonunda öğretmenler ‘Torununun aşıktan başka bildiği
yok, derslerine çalışmıyor.’ diye dedesine şikayet etmişlerdi. Rahmetli de bir
gün Murat’a: “Hadi oğlum, getir aşıklarını, getir sayalım.” demişti. O gün,
dede torun aşıkları gelecek yıl daha çok aşık getirmesi için bağlarına,
üzümlerin arasına ekmişlerdi. Böylece Murat aşık oynamayı bıraktı. Doğrusu
aşığı bırakmasının tek sebebi bu da değildi ya…
Murat
diğer sebebi hatırlamak bile istemiyordu. İkinci sebep aklına gelince tatlı bir
düş görürken birden üstüne bir kova su boca edilmiş gibi kendine geldi.
Etrafına bakındı. Çocukların oyununu seyrettiğini gizlemek ister gibi çevresini
göz ucuyla kontrol etti. Hiç kimsenin, hatta çocukların bile onunla işi yoktu.
Artık
iyice dökülmeye başlamış eski arabasıyla taksicilik yapan, bu yolla
çocuklarının başkasının eline bakmamasını sağlamaya çalışan, geçim derdini
dertlerinin en başına koymuş bu adamın bugün sabahtan beri yüreğinde farklı bir
duygu uyanmıştı. Belki de düşünde ihtiyar dedesini gördüğü için, tanımadığı,
bilmediği bir şeyi bekliyor gibiydi.
Murat
daha küçücükken dedesine iyice alışmıştı. Dedesini buldu mu anasını babasını
aramazdı. Dedesi de bu bir sözünü ikiletmeyen mülayim torununu ötekilere
nazaran daha çok severdi. Murat ölümün ilk acısını dedesinin vefatıyla
tatmıştı. Rahmetli dedesi dünyasını değiştirdiğinde Murat on üç on dört
yaşlarındaydı. O zamanlar dedesini sık sık düşünde görürdü. Tıpkı diriliğinde olduğu gibi çayını kasesini getirirdi, oturup tatlı tatlı sohbet
ederlerdi. Sonra da uykudan uyanır, uyandığına üzülürdü. Bu rüyalar Murat’ta
sanki dedesi yakın bir yerde yaşıyormuş gibi bir duygu uyandırırdı. Fakat daha
sonra büyüdü, ev bark sahibi oldu, maişet derdi omuzlarına binince dedesi de
uzak bir yurda göçmüş gibi yavaş yavaş hafızasından silindi. Artık düşüne de
girmiyordu. Nice yıldan sonra ilk kez dedesini düşünde görüyordu.
O
sanki diriydi. Güzel bir gül bahçesinde oturuyordu, her zaman abdest alırken
kullandığı bakır ibriği de yanındaydı. Murat,
kim bilir kaç defa o ibriğe su doldurup dedesine vermişti. Biraz eskice
namazlığı yazılmış haldeydi. Rahmetli sevgili torununa bir şeyler söyledi ama ne
yazık ki Murat uyanınca dedesinin sözlerini bir türlü hatırlayamadı. İbriği,
namazlığı, özellikle de dedesinin elini, yüzünü yanındaymış gibi gördüğünü
biliyordu. Murat'ı en fazla şaşırtan şey, dedesinin abdest uzuvlarının parıl
parıl parlamasıydı. Dedesinin bileklerinde seher vakti gülün üstündeki çiy
taneleri gibi duran su damlaları mercan gibi parıldıyor, etrafa büyülü bir aydınlık
saçıyordu.
Dedesinin
sakalını ıslatan su damlalarının parıltısı tekrar gözünün önüne geldi. Murat bu
düşünü neye yoracağını bilemedi. Daha kötüsü de dedesinin sözlerini
hatırlayamayışına üzülüyordu. İçinden "Dedem durduk yere rüyama girmemiştir." diyordu. Özellikle de dedesinin sözlerinin insan için en zaruri şeylerden biri
olduğunu hissediyordu.
Terleyen
alnını elinin ayasıyla sildi. Kendi kendine:
"Aklımdan
çıkmaması için en az iki kere tekrarlamıştım halbuki." diye üzüldü. Sonra içinde kopan anlamsız fırtınayı kendine şöyle izah etti:
"Belki
de düşle ilgisi yoktur. Baharın başlangıcının insanda anlaşılması zor duygular
uyarmasındandır. Elim genişlese bir koyun alır dedemin ruhu için yemek veririm,
olur biter.’
Yorumlar
Yorum Gönder