Ağır Aksak Gidiyor Dünya 3

İlyas Amangeldi
Türkçesi: Hüdayi Can

(Önceki Bölüm)

...Ölenler yerle birlikte onun altında dönerler durmadan, diriler üstünde. Bundan on asır önce yine böyle dönmekte idiler şüphesiz, bu arada kıyamet kopmazsa on asır sonra da aynı şekilde döneceklerdir, tıpkı bugünkü gibi...

Es-Samet’in annesine Meral derlerdi. Mervli bir tüccarın tek evladıydı. Babası onu çok sever, yakın yerlere ticarete gittiğinde yanında götürürdü. Zengin tüccar, çocuğunun tek olmasından çok kız olmasına üzülürdü. Ama aynanın doğrudan yüzüne vuran ışığı kırıp başka tarafa yansıtışı gibi Meral’in babası da yüreğindeki üzüntüyü kızına olan sevgisi şeklinde dışa yansıtıyordu. Bu ışık yüzüne ne kadar sert düşerse, o da onu o derece sert kırardı. Kızı henüz oğlan olsam beni de yanında götürürdü diye düşünmeye fırsat bulamadan  kızına:
"Senin de benimle gidesin geliyor mu, kızım?" derdi.
Nereye varırlarsa varsınlar ilk alış veriş Meral için yapılırdı. Babasının kendisini nasıl sevdiğini bildiği için Meral de ondan geri kalmak istemezdi. Babasının ne istediğini o söylemeden bilmeye çalışırdı. Onun kendisi yüzünden zor durumda kalmasını istemezdi. Onun için gittikleri pazarda alacakları şeyin fiyatını öğrenmeden babasına “Alalım.” demezdi. Ciğerparesine ne alırsa alsın zenginliğinin azalıp çoğalmayacağını bilen tüccar buna gülerdi. “Sen fiyattan ne anlarsın?” derdi. Öyle de olsa Meral kendi içinden bir fiyat biçer, beğendiği mal bu fiyattan fazlaysa babasına aldırmak istemez, beğenmemiş gibi yapardı.
Böyle geziler, böyle pazarlar, böyle pazarlıklar derken eskilerin “İki ayaklı iki günde „ dedikleri şekilde, tacirin kızı da göze ilişmeye başladı. Annesi biraz rahatsızlanmaya başlayınca babası "Annenin yanında kal kızım." diye onu yanına almayı azalttı. Meral kendisi de artık durumu anlamış, kervanlara takılıp, gezip durmaktan utanmaya başlamıştı. Tacir kızının büyümesiyle hem kıvanç duyuyor, hem de üzülüyordu. Ayna yüreği bir de sık sık ezilip ağrımayı çıkarmıştı son zamanlarda. Bir defasında yine bir seferden dönerken yurtlarına yaklaştığı sırada sabahtan akşama sadece kızını düşündüğünü, kızından başka hiçbir şeyi aklına bile getirmediğini anlayıp, şaşırdı. Bir sonraki yolculuğuna Meral’i de yanına aldı. Yeni on yedi yaşına gelen Meral’le birlikte Gürgenç'e gittiler.
Gürgenç’te babasının misafir olduğu yer sarayda çalışan zengin bir adamın evi imiş. O adamın bakışları Meral’i utandırıp yere bakmaya mecbur etti. Neyse ki o an içeri giren babası bunu fark etmedi. O adam içinden "Oğluma aile olacak kız imiş." demişti. Kız milleti iyi olunca herkes onu kendi oğluna layık görür. Ama bundan daha önemlisi kızın kendini varacağı yere layık görüp görmemesidir. Yazık ki esip duran kız yüreğini bir yerde durdurmak zor şey. Onun için en güç şey kendi dengini bilmek. Doğrusu Meral bu meseleleri aklının ucundan bile geçirmemişti. Yalnız ertesi gün misafir oldukları evin oğlu Kara Durmaz da kendileriyle birlikte pazara gelince, bir gün kendisinin de bu problemi çözmek zorunda kalacağını sezdi. O bu genç adamın kendileriyle birlikte pazara gelmesine ev sahibinin akşamki keskin bakışının sebep olduğunu anlamıştı. Gayri ihtiyari kendini Kara Durmaz’la karşılaştırdı. Aklından geçen bu fikirlere Meral oyun gibi baktıkça bu oyun gerçeğe dönmeye başlıyordu. Onu bir çeşit utangaçlık bastırdı. Az geriden gelen delikanlının yüzüne bakamasa da her adımının sesiyle, her adımda omzundaki ipek cübbenin hoş hışırtısıyla ürperiyordu. İlk defa karşılaştığı bu garip duygular yüzünden pazardan ne aldığını ne almadığını bile bilemedi. Babası da içini yakmak istiyor gibi ev sahibiyle itin mi atın mı bir şeyin sohbetine kaptırmıştı kendini, kızının halini görecek gibi değildi. Kara Durmaz Meral'a gittikçe yaklaşıp boncuk seçmeye, alacağı şeyler için pazarlık etmesine yardım etmeye başladı. Onun bu samimi halinden hoşlanmayan tacir çabucak pazardan çıkmanın yolunu aramaya başladı. Ona yolda gelirlerken "Elindeki kuşu kaçırmazsan sevinmelisin. Gürgenç'in şahbaz yiğitleri var." diye dikkat etmesini tavsiye eden arkadaşıyla karşılaşınca ona epey para verip, "Kendine aldığın şeylerden bana da al." diye rica etti. Beklenmedik şekilde Kara Durmaz da:
"Olmazsa ben de onunla gideyim, alışverişine yardım ederim." dedi.
Tacir buna sevinip:
"İyi olur oğlum." dedi.
Kara Durmaz tacirin hemşehrisiyle kalabalığa karıştı gitti. Meral, Kara Durmaz'ın arkasından baktı kaldı. Ak kalpağı, bütün vücuduna güzellik katan uzun boyu, onu olduğundan da yakışıklı gösteriyordu. Kara Durmaz'ın babası oğlunun böyle grubu bırakıp gitmesinden hoşlanmasa da belli etmedi. Meral’in alttan alttan oğlunun arkasından baktığını görünce gönlü açıldı. Tacir ise delikanlı aralarından gitti diye biraz rahatladı. İçinden: "Demek suizan etmişim. Allah affetsin. Çocuğun gönlünde hiçbir kötülük yokmuş aslında." diye düşündü. Kara Durmaz'ın bu kısa süre içinde kızına boncuk hediye etmeyi başardığından haberi olmayan tacir onun Meral'ın yanından gittiğine şükretti.
Babasıgilden biraz geride kalıp ipek kumaşları inceleyen Meral'ın yüzü utancından kıpkırmızı olmuştu. Pazarda "Benim malımı al, benim malımı al.." diye bağırışan satıcıların çıkardığı gürültü gibi Meral’in kafasındaki fikirler de birbirinin önüne geçmek istiyor, anlaşılmaz gürültüye dönüyorlardı. Birden Meral insana erkek elbisesinin yakıştığını düşündü. Küçücükken oğlan olmak istiyorum diye ağlayışını, annesine oğlan çocuğu elbisesi diktirdiğini hatırladı. Annesi o zaman "Belki de uğurlu gelir, belki arkasından erkek kardeşi olur." diye ona erkek çocuk elbisesi diktirip giydirmişti o zaman. Sonra da aklına babasıyla zengin bir memlekete yaptıkları yolculuk, orada bir adamın: "Hiçbir milletin elbisesi, Türkmenlerinki gibi kendine yakışmıyor." dediğini hatırladı. O zaman babası gülmüş: "Kendin Türkmen olduğun için, sana öyle geliyordur." demişti.
Fakat acaba bütün bunlar nereden Meral’in aklına geliyor, niçin onun kafasında gürültü patırtı çıkarıyorlar? Bir taraftan kumaşları inceleyen Meral, bir taraftan da babasıyla bu meselede tartışmaya devam ediyordu. "Baba baksana Kara Durmaz'ın giydiği elbiseler ona nasıl yakışmış."
Kara Durmaz sanki kendini daha yakışıklı göstermek istiyor gibi Meral'ın gözleri önünde canlanıyor, sonra gülümseyip gidiyordu. Onun bu gülümsemesi boncuk alırlarken Meral’in dikkatini çekmişti. O ana kadar çölde susuz kalan birinin bir yudum suyu özleyişi gibi Kara Durmaz'ın yüzüne kana kana bakmak istese de kız utancından yüzünü yerden kaldıramamıştı. Yüzünü kaldırdığı an Meral’ın gözüne Kara Durmaz'ın yüzü belki de başında ak kalpak olduğu için sanki aydınlık saçıyormuş gibi göründü. O aydınlık Meral'ın iliklerine kadar ulaşıp, onu büyülemişti. İşte tam o an Meral, Kara Durmaz'ın seçip uzattığı boncuğu almamazlık edememişti.
Kara Durmaz:
"Bu sana Gürgenç'ten hatıra olsun, ücretini ödedim." dediğinde Meral kendine gelir gibi olup boncuğu geri koymaya da yeltendi ama:
"Sen de bana bir hatıra bırakırsın." diyen Kara Durmaz'ın gülümseyişini bir kez daha gören Meral tekrar kendini kaybetmişti.
Bu arada da babasıgilin onlara yetiştiğini gören Meral’in kendine verilen boncuğu kimseye fark ettirmeden almaktan başka çaresi kalmamıştı.
Bu olay Meral’ın aklında durmadan tekrar edip duruyordu.
O gece Kara Durmaz'ın babası oğluna işi şakaya vurup gerçek niyetini açtı.
"Misafir kızı nasıl buldun? Onu alıp kalsak nasıl olur? Rahmetli annen de olmadığı için çabucak mürüvvetini görmek istiyorum."
Kara Durmaz edebinden sesini çıkarmadı.
"Hadi utangaçlığı bir kenara bırak da yüreğindekini söyle. Yoksa kendince aklına koyduğun başka biri mi var?"
"Baba, kız almak nemize gerek söylesene."
"Sen bana lüzumsuz sorular sormayı bırak da benim soruma cevap ver. Nasip ise misafir kızı alalım mı?"
"Sen ne dersen kabulümdür baba."
Kara Durmaz'ın babası oğlundan bu cevabı alacağını önceden anlamıştı. Şimdi meseleyi kızın babasıyla çözmek kalmıştı.
Tacir ev sahibinin teklifini ilk başta ters görür gibi oldu. "Olmaz." dedi. Sonra yine misafirlik edebini koruyup sinirini bastırdı.
"Annesiyle meşveret etmeden böyle mühim bir konuda karar veremeyiz. Oğul olsa başka mesele. Kız annesinindir, derler bizim oralarda."
"Bana sorarsan oğlumdan başka kimsem yok. Evimize çabucak bir gelin getirmek istiyoruz. Yoksa sıkıntı çekiyoruz. Annesinin bizden ayrılalı bir yıl oluyor. Doğru söylüyorsun annelerini razı etmeden bu işi yapamayız. Fakat meseleyi fazla uzatmasak iyi olurdu. Ben hükümdardan bir rica edeyim. Eğer izin verirse seninle Merv'e gelsem nasıl olur? İcabında oğlumu da yanıma alırım.
Tacir ev sahibinin aceleciliğinden pek hoşlanmamıştı.
"Bu kadar acele etmeye gerek var mı? Annesi ile konuşalım, sonra kendim haber göndereyim."
"Dostum, beraber tuz ekmek yediğimiz bir yıl değil, iki yıl değil. Gürgenç'e yolun düşse kapıma gelir durursun. Milletimiz bir, dinimiz bir. Bende ya da ailemde bir eksiklik, bir yaramazlık gördüysen söyle. Söz veriyorum alınmayacağım. Ya da benimle bir işe girip ziyan ettiğin vaki ise onu da söyle. Böyle bir şey yoksa, küfüv meselesi de söz konusu değil, diyorsan, düğün için kapınızı çalmama karşı olma. Kendini benim yerime koy da bir bak. Evin içine sahip çıkacak, göz kulak olacak biri gerek. Kızın bal yer, ipek giyer. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmaz. Kara Beyim de sarayda emir hazretlerinin muhafız alayında. Böyle saraya girse çıksa, inşallah gelecekte daha itibarlı makama gelir. Allah işlerimizi yoluna koysun. Allah'a şükür, Gürgenç'te meşhur adamlardan biriyle dünür oluyorsun. Biliyorum tek evladındır, elinden çıkarsan geri gelmez. Fakat bu elinden çıkardın demek değildir dostum. Kızını, istediği zaman görmeye görüşmeye götürmeye gücümüz yeter inşallah. Sonra da sen mesafelerin yakınlığına uzaklığına bakma da yüreğin yakınlığına bak. Kızının dirliği düzeni iyi olmadıktan sonra yakında olsa ne fayda?  Sözlerimin yanlış bir yeri varsa  düzeltmekten çekinme.
"Söylediklerin çok doğru, dostum. Ben sadece fazla aceleye gerek yok demek istemiştim."
Tacir koskoca yurdun sarayında çalışan bir adamın yanında yüreğindekini söylemeye çekiniyordu. Onun teklifini reddetmek tabi ki kıyametin kopması demek değildi ama bunu yapacaksa bile çok ince bir şekilde yapması gerektiğini biliyordu. Tacir şimdiye kadar onun evine, vazifesine değil de ferasetine duyduğu hürmetten dolayı gelirdi. Onun arada durup vesile olduğu bir çok alış verişten de epey bir kazanç sağlamıştı. Kızının bundan itibarlı yere düşmeyeceği de belli bir şeydi. Daha dün pazara gittiklerinde onun oğlu hakkında suizanda bulunduğuna üzülmüştü. "Gördüğüm kadarıyla onun oğlu kızımdan hoşlandı. Sanki kızımın da bakışı değişti gibi. Bu halde ayak diresek iyiliğe alamet değildir. Ne yapalım, annesine de durumu izah ederiz. Kız evlat eninde sonunda birine verilmeli. Bir de Meral'la görüşeyim bakalım ne diyor..."
Tacir şimdilik hiçbir şeye söz vermek istemiyordu. "Annesiyle görüşmeden olmaz." sözünde durmaya karar verdi.
"Annesi de sen kabul ettikten sonra 'Yok!' deyip durmaz. Kızım razı olmaz diyorsan bu gece onunla konuş. Yok, derse, yok dediğidir. Aramızda bu konuşma hiç geçmemiş kabul ederiz. Fakat, maşallah kızın babasının dediğinden çıkacak kızlara benzemiyor. Yine de kendi ağzıyla konuşsun. İncitme. Ben de Kara Beyimden "Razıyım." dediğini işitmesem bu sohbeti açmayı bile düşünmüyordum. Annesinin "Bir de delikanlıyı görsem iyi olurdu." dememesi için Kara Durmaz’ı da yanımıza alalım. Hem bu vesileyle o da Merv’i görmüş olur."
"Oğlun kalsa da olurdu aslında..."
Bu sohbetten sonra tacir kızına durumu çıtlattı.
"Eğer razı değilsen, adamın işi gücü var, boş yere vaktini almayalım." dedi.
Kızı utanıp:
"Annem bilir." dedi.
Bu sözün kızın rızasını gösterdiğini tabi ki babası hemen anlamıştı. Şimdi gerçekten de elindeki kuşu uçurmuştu. İçinden "Henüz seni sevecektim, kızım." dedi. Meral, birden şaşırır "Beni bu kadar gençken, böyle uzak yere mi vereceksin?" der sanmıştı. Ama Kara Durmazların kapılarındaki dalları çiçekli zerdali ağaçlarına varıncaya kadar her şeyden çok hoşlanan Meral babasının söylediklerini ona bildirmese de sevine sevine dinlemişti. Şu anda onun gözleri ne babasını görüyordu, ne anasını. O gözler sadece gülümseyen Kara Durmaz'ın uyumlu boyunu posunu görüyordu.
Böylelikle kısa zamanda Meral Gürgençli oldu. Meral'ın gönlünü avlayan zerdali çiçekleri meyveye dönüp yeni yeni tatlanmaya başlamıştı. Tatmak için ilk zerdaliyi kopardığı gün ise memleketten kötü haberi almıştı. Sanki bu acele düğün, babasının evine üst üste gelecek yasların bir mukaddimesi olmuştu.
Tacirin ömrü kızının ev bark sahibi olmasına bağlıymış sanki. Tek evladını verdikten sonra fazla yaşamamıştı. Meral’in annesi de önceden planlanmış gibi kocasının kırkını gördü ve yanına gitti. Babasının yasına gelen Meral, annesinin yasını da geçirip döndü. Bu yaslara Gürgençliler de geldiler ve çevrede büyük itibar kazanıp gittiler. Tacirin bütün malları tek mirasçısı kızına verildi. Meral o zenginlikten babamdan yadigar diye bir gümüş cımbız aldı. Kalan malların tasarrufunu kayınpederine bıraktı. Kara Durmaz'ın babası da onların tamamını yerli halkın fakir fukarasına dağıttı. Kendisi de bir müddet orada kaldı. Kara Durmaz babasının bu hareketinden memnun oldu. Meral de Gürgenç'e döndüklerinde Kara Durmaz’a "Baban eşi bulunmaz bir adammış." dedi.
Meral bu arada anasını babasını yalnız bırakıp genç yaşında evlenmesinin acelecilik olduğunu anladı. O Kara Durmaz’dan bir şikayeti olduğu için böyle düşünüyor değildi. Kısa sürede anasız babasız kalıp da yalnızlık başına düşünce Meral kendini suçlu hissetmişti. Ona sanki anne babası "Senin bize yaptığın buysa, bizim yapacağımız da bu olur, gör gününü." demişler gibi geliyordu. Bu manasız düşünceleri çabucak kafasından kovsa da anne babasının ölümünden kendini sorumlu tutma duygusunu yüreğinden atamadı. Yakışıklı Kara Durmaz'ına kana kana bakıp gönlüne teselli vermesi de olmasa artık Meral’in dünyada başka dert paylaşacağı kimse kalmamıştı.
Kara Durmaz evlendikten sonra sanki daha da yakışıklı olan, boylu poslu, geniş omuzlu, sert kaslı beli kuşaklı yiğit bir askerdi. Onun sadece beli değil, fikirleri de pekti. Çok konuşmaktan hoşlanmazdı. Meral'a boncuk hediye ettiği o gün nasıl böyle hareketlerde bulunup böyle konuşabildiğine sonradan kendisi de hayret ediyordu. Kendisini o gün öyle konuşturanın Meral'ın güzelliği olduğunu peşinen kabul ediyordu. O zaman Meral sanki sadece dilini değil, bahtını da açmıştı. Alabaharın tesiriyle kara toprağın görünüşünü değiştirip yeşil giysilere bürünmesinin şaşılacak bir tarafının olmadığı gibi önceden tanımadığı bir kızın da bir bakışıyla bir delikanlının yüreğini eritmesinde ona kendisinden beklenmeyen hareketler yaptırmasında şaşılacak bir şey yoktu oysa. Ona sadece olayın kahramanları şaşar. Belki bahar güneşinin sıcaklığıyla yeşillere bürünmesi de toprak için şaşılacak bir şeydir, kim bilir. Fakat toprakta onu söyleyebilecek dil yok. Bülbüllerin şakıması demezsen.
Kara Durmaz bülbüllerin şakıyışını eskiden de duyardı, ama onun böyle ilginç olduğunu bilmiyordu. O bülbülün küçücük vücuduna baktı: "Bu kuş dünyaya böyle harika avazı dağıtsın diye özellikle yaratılmış olmalı." dedi. Sonra evindeki Meral’ı hakkında düşündü. Onun kısa süre içinde anne babasından ayrılıp yetim kalmasına üzüldü. Hanımı Merv'deki hayatını Gürgenç'le, anne babasını da kayınpederi ve kocasıyla değiştirmiş gibi göründü. Ömründe ilk defa birinin bel bağladığı, arkasında hissettiği biri olduğu duygusuna kapıldı. Bu duygu sanki onu delikanlılıktan çıkarmış, bir yetişkin haline getirmişti. Zaten yaşına göre vakur görünen Kara Durmaz hareketlerine daha bir ciddiyet katmaya çalıştı. Sarayda muhafızların mutlaka yapmak zorunda olduğu talimler ona çocuk oyuncağı gibi görünmeye başlamıştı. Yaptığı işi de kendine küçük görüyordu artık. Belki bunda muhafız alayındaki askerler arasında tek evli asker olmasının da tesiri vardır. Fakat bir seferinde talim yaparken zorlandığını gören arkadaşlarından biri: "Oğlum sana söylemiştik evlenme diye, işte olacağı budur." diye alay etmeye başladı. Kara Durmaz talimlerde "İşi ciddiye almadığım için biraz zorlanıyorum." diye düşünüyordu. Arkadaşları ise durumu başka şekilde yorumluyor, şaka yapıyor, gülüşüyorlardı.
Sonunda bir gün bu şakalara dayanamadı ve babasına sarayda başka bir iş bulup bulamayacağını sordu. Babası sanki bütün olanlardan haberdarmış gibi bu ricasının sebebini bile sormadı. Sen birazcık sabret sana iyi bir iş buluruz, dedi. Fakat daha babasının bulacağı "iyi iş"e geçmeden, ona bir manga güçlü, yakışıklı asker bulup muhafız alayına hazırlaması vazifesi verildi. Bu ise tam da Kara Durmaz'ın heves ettiği işti. O şehirde ben de varım demeye başlayan yeni bıyığı terlemeye başlamış gençlerden on tanesini çevresine topladı. Muhafızların baş komutanına onların kim olduğu, akrabaları, şecereleri vs... yle ilgili topladığı gerekli bilgileri teslim etti. Yenilerden sadece birinin dayısının şüpheli olduğunu onun yerine başka birini bulması gerektiğini söylediler. Kalan dokuzuyla talime başlamasına karar verdiler. O bir kişinin yerine de bir başka delikanlı bulan Kara Durmaz ilk toplantısını yaptı.
Bundan tam beş yıl önce, on beş yaşındayken Kara Durmaz da babasının vasıtasıyla böyle bir mangaya girmiş, ilk defa saraya çağrılmıştı. Saray dense de o zamanlar onların henüz sarayın geniş avlusunun bir köşesindeki talimgahtan dışarı bir adım atmalarına bile izin verilmiyordu. Ama onlar diğer gençler gibi belli yaşa gelince askere çağrılmıyorlardı ve onlara harçlık derecesinde de olsa bir miktar maaş veriliyordu. Kara Durmaz topladığı gençlerle yatıyor kalkıyor, vaktin nasıl geçtiğini bilemiyordu.
Dışarda ise mevsimler değişiyor, elbiseler değiştiriliyor, hayat devam ediyordu. Dünya dönüyordu. Onun dönüp durması sadece adamları değiştirmekle kalmıyor, toprağı da bir ısıtıp bir donduruyordu. Kışın yumuşak geçip yerin donmadığı yıllar mahsul az oluyordu. Yere girip gizlenen börtü böcek soğuk olmazsa kırılmadıkları için çoğalıyorlardı, bereket ise azalıyordu. Belki insan da bu hale gelmesin diye bir ısıtılıp bir donduruluyordur. Kim bilir? Vücudunda dokuz aydır bizim misal aldığımız noktacığı taşıyan Meral için bunu söylemek zordu. Önceden de boyu uzun olsa da aciz görünen Meral yanaklarında çiller çıkmış haliyle şimdi daha da savunmasız görünüyordu. Yine de o bile Gürgenç'e ilk geldiği vakit sevgi şefkat gördü. Sonra anne babasından ayrılık soğuğunu gördü. Şimdi ise vücudunda canlanan geleceğinin tesirini hissetmeye başlamıştı.

(Devam edecek.)

Yorumlar

Popüler Yayınlar