FİKİR IRMAĞINDA AKIL GEMİSİ


Gurbannazar Ezizov
Türkmenceden çeviren: Hüdayi Can

I

Öyle olmalıydı,
Öyle de oldu:
Yıllar yılı kösteklenip merkeze,
En sonunda yenip tembel nefsimi,
Geldim senin, güzel yurdun Gerkez’e. (1)

O kocaman şehrin bungun gecesi
Fecre dek şi’rini okusam da bak,
Ah, Firagî, biliyorum dese de,
Ustasını bilmiyormuş bu çırak.

Senin ömrün, senin devrin hakkında
Meti Köseyev’e (2) verip imtihan,
Çırağın en yüksek notu alsa da,
Büyük üstadını bilmemiş inan.

Sonra, zorlu yollarında hayatın
Kaybolup, geceler kızıl od yakan,
İçinden od geçen ve soğuk geçen
Çırak ustasını bilmemiş inan.

Bugün, çağlayanın gökkuşağı,
Taş içinde yol yitiren bulaklar,
Döşlerde nur saçan gümüş broşlar,
Altın kakma bilezikli bilekler,

Ayın düştüğü yer, müthiş Aydere,
Dağ taşları, dağın rüzgârı hatta,
Senin her dizene, her bir bendine
Adanıp dikilmiş heykel adeta.

Bugünle değişmem bütün ömrümü,
Çünkü bugün her bir dizen, her bendin,
Kaderin, sevincin, üzüntün, sevgin,
Hâsılı, çok yakın oldun sen kendin.

Bu müthiş dağların, bu manzaranın,
Hissinde, aklında resmini çekmiş,
Senin gibi mert adamın Firagî
Şair olmamaya çaresi yokmuş.

II

Gel, oturup bahsedelim dünyadan
Yakın edip aradaki ırağı.
Elbette ben, tartışacak değilim,
Ben nere, sen nere koca Firagî.

Devir bu, her zaman, devinir durur,
Bugün düne gider. Dün dönüp gelmez.
Tek hakiki dostun ettiği yardım
Binlerce yoldaşın elinden gelmez.

Senin devrin, biliyorsun, ağırdı.
Dağına göre kar, derler, adettir....
Küçük yüreklere biraz kar yağsa,
Doruklar boradır, buzdur, afettir.

Namert güler mert kişinin haline,
Şer işler dünyada, bırakmaz huzur.
Yaşansa yaşanır, aciz yürekle,
Kocaman yürekle, yaşamak ne zor.

İyilik, kötülük her zaman aynı,
Kimi hayra zardır, kimi şerre zar.
Bugün kötülüğün galebesinden
Kişi başı tam beş batman barut var.

Her adam başına beş batman ölüm?!
Tam beş batman barut her bir adama?!
Bir başa bir ölüm yeterdi bize,
Bir başa beş batman?
Çok değil mi ama?

Âdemoğlu sevgi, savaş, nefretle
Gör bak,
             aştı nice yüz bin menziller.
Bütün devirlerin hayır, şer işi
Özünde hep
             birbirine benzer.

Dünyada kötülük olduğu için,
Bütün devirlerin dâhi kuşağı,
Yanar yaşar, içmek için sonunda
Salieri (3) eliyle, bir kâse ağı.

Dehasıyla yücelmişse bir insan,
Hasetçiler bin bir töhmet atarlar.
Ama bilge gittiği gün dünyadan,
Hatta o kavmin de ciğeri yanar.

Kimi çıkar nice uzak yollara,
Müjdelerle, kapıları çalmaya.
Tekerine çomak sokup kimi de,
Çıkar müjdeciye engel olmaya.

Böyle, çürük merdivene çıkarlar,
Bir mevsimlik mutluluğa kanarak.
Hanlar,
           beyler,
                      nice şahlar ölürler;
Halk yaş döker, şairini anarak.

Çünkü gerçek şair namusu halkın,
Bahtı bahttır ona, acısı zindan;
Halkın ağıtını süzer kalbiyle,
Sonra ölür gider, kalp ağrısından.

III

Sevinsem mi üzülsem mi bilemem,
Çay başında nükte yapıp not almış
Ertesi gün nazma çekip getiren
Müteşairler de pek bir çoğalmış.

Üzülürsün senin asil işine
Böyleler eziyet ediyor diye,
Biraz sevinirsin: “Bak, bu gidişle,
Onlardan okur çıkar belki de…”

Onlar hep tasannu peşinde koşar,
Basit kafalarda karıp kelebi,
Ne zaman tükenir müteşairler,
Mamutların arzdan gidişi gibi.

Göklerin bezeği, kanadı, kartal;
Dağların bezeği, kaplandır, şîrdir.
Şair olmaz oyalayan milleti,
İnsanları değiştiren şairdir.

…Hayatta olsaydın, yazardın eser,
Basardı neşriyat, çoksa da ezası,
Bir dilekçe, olurdun eS-eS- eS-eR (4)
Yazıcılar Birliğinin azası.

Toplantıya, çalıştaya varırdın,
Nice yetenekli hatipler vardır,
Makale okurlar: “Büyük şairin
Şiirinde virgül, noktaya dair.”

Gülümsersin, biraz tere batarsın,
Batarsın bir tuhaf, garip duyguya;
Herhalde, Mahtumkulu, virgülden,
Çizgiden, noktadan biraz büyük ya…

Bir gün toplantıda, öfkeyle dolup,
Yoldaşını yersiz yeren boş biri
Eve gelip okur, çocuklarına
Boş gezen hakkında yazdığı şiiri.

Bakmaz kendisine, riyasına bakmaz,
Utanmak nerede, gayet ciddidir.
Riya hakkındaki mısralarından
Mutlaka, ihlasla örnekler verir.
Her zamanın bir âdeti, örfü var,
Fakat bazen haddi aşıp iyiden,
Unuturuz tabiatın hüsnünü,
Öz varlığımızı güzelleştiren.

Senin anlattığın o güzel atlar,
Bugün ahırlarda görülüyor hor.
… Çünkü ziraatta önemi yokmuş,
Sebebi, karnında yokmuş bir motor.

Onlar ise, koç yiğidi uçurup,
Rüzgâra, bozkıra… cemal sahibi
Güzellere doğru gitmek isterler,
Kartalların göğe kalkışı gibi.

Bilim varır yıldızların dengine,
Şehirler de aya başını bağlar.
Topraktan, çiçekten türeyen insan
Kırda bir gül görür, öper ve ağlar…

Havalimanıyla inlesin şehir,
Şehir bu sesiyle varsın övünsün.
Fakat asla doğallık ve sadelik
İnsanlığın mayasından çıkmasın.

… Bazen birkaç sade adam tartışır
“Şiirinin hakkını vermezsen eğer,
Yaklaşık yüz on bin kişi başına
Bir şair düşer ya düşmezmiş meğer.”

Biraz safça ama doğru bu fikir,
Çünkü bir emekli, sıkılıp, “iş” yerine
Vaka raporunu uzun ömrünün
Yaldızlar gönderir yazı işlerine.

Hadi sonra dur bakalım önünde,
Bir cevap yazarsın “şiirin zayıf” der
Cevabına cevap gelir: “Ne öyle…
Samimi yazmışım, kalbim temizdir!”

Ve saire, yine.. ve benzerleri…
Fakat şiir dediğin, tabiat sana
Saflıktan başka bir kudret vermeli
Bülbül sesi verişi dek ozana…

IV

Gurup çöktü Aydere’nin üstüne,
Bulutlar dağlarda ateş almışlar.
Nefesinle gözün düşen vadiler,
Bahar meclisinde sarhoş olmuşlar.

Zaman zaman bütün gece didinip
Ahir ulaşınca halaskâr tana,
“Ayrılıyor muyum senden Firagi,
Varıyor muyum?!” der, sorarım sana.

Laf burda kafiye, vezinde de değil,
(Yoksa, dün kalbini, beynini ezip,
Yeni kafiyeler ararken, daim,
Sadelik peşinde bugün Ezizov.)

Laf iç musikide, ahenkte de değil,
Herkes yürür gider, seçip yolunu.
Hayır, daha büyük bir mesele var,
Sevdim mi,
Sen gibi Türkmen ilini?

Onun sis bürüyen sahralarını,
Dağlarında geyik yavrularını?
Ne zaman ziyaret eder, diyerek,
Bekleyen genç gelin manilerini? (5)

İskender’in rüyasına girmeyen
İçi bereketli kalelerini?
Bir müthiş cümlenin ünlemi gibi
Göklere uzanmış kulelerini?
Kına beni, sevmediysem bunları,
Sevmediğim, hor gördüğüm yolunu.

Nasıl sevsin kıtaların hepsini
Sevmezken bir adam kendi ilini.

V

Anayı sevmeyen yurdunu sevmez,
Yurdunu sevmeyen cihanı sevmez.
Cihanı sevmeyen kendini sevmez.

.................................................................
(1) Mahtumkulu Firagî’nin yurdu.
“Bilmeyen, soranlara deyin bu garip adımız,
Aslı Gerkez, yurdu Etrek, adı Mahtumkulu’dur.”

(2) Meti Köseyev, edebiyat bölümünde şairin hocasıdır. Mahtumkulu dersleriyle öğrencilerinde milli şuuru diri tutmaya çalışırmış. Dede Korkut’u yayınladığı için, Turancılık suçundan yargılanıp sürgüne gönderilmiş bir aydın.

(3) Antonio Salieri, Mozart’ın çağdaşı besteci. Burada, hasedinden dolayı Mozart’ı zehirlediği söylentisine gönderme var.

(4) SSSR; SSCB’nin Rusça kısaltması.

(5) Bu iki dizenin özgün şekli şöyledir: “Giýewçilemäge haçan ger diýip, /Çuwalgyzlan kakýan süýji
lälesin?” Bu mısraları, yoğun kültür öğeleri içerdiği için nazmen doğru çevirmek mümkün değildir. Ancak bir parça açıklayabiliriz. Türkmen âdetlerine göre yeni gelin kısa süre damatla kaldıktan sonra bir süreliğine baba evine döner. Bu ayrılıkla yeni çiftlerin birbirini özlemeleri, sevgilerinin artması amaçlanmış olmalı. Bu ayrılık süresi bazen altı ay kadar olabilmektedir. Baba evine dönen bu yeni geline “çuvalgız” denir. Zaman zaman damat, eşini ziyaret edip, babasına, yakınlarına görünmeden onunla görüşür. Buna “giyevçilemek” denir. “Lale kakmak” özel bir ahenk ve seremoniyle toplu mani okuma demektir. Buna göre mısraların nesir olarak aktarılması şöyle olur. “Çuvalgızların (kocam) ne zaman giyevçilemeye gelir ki diyerek kaktıkları laleleri (senin gibi sevebildim mi acaba?)”


Yorumlar

Popüler Yayınlar