GÜNDÜZ KAYAN YILDIZLAR
Ahmet Halmırat
Çeviren: Hüdayi Can
Çeviren: Hüdayi Can
Dağ eteğinden aşağı doğru yayılıp giden uçsuz
bucaksız bozkıra, taşranın da taşrası denilen köylere doğru uzayan ana yolun
başladığı yerde, sadece iskeleti kalmış durakta gölgelerin kısalıp kısalıp yok
olduğu vakitler otobüs bekliyoruz. Otobüsün gelmemesi ihtimali, gelmesi
ihtimalinden daha güçlü artık... Pamuk toplama mevsimidir, belli değil, belki
de tarlaya adam götür demişlerdir, öyleyse... Daha şimdiden bir saat rötar, ne
gelen var ne giden, ne de karartısı görünüyor.
…Durakta oturup çekirdek
satan teyze hayatından şikâyet ediyor. Sarhoş kocası, dün çarpışan arabalar,
esrar satan komşusu... Onu dinleyen de yok hâlbuki. Yine de söylenip duruyor.
Lafı da önüne koyduğu leğendeki çekirdekler gibi hem çok, hem boş.
Tahtası kim bilir ne zaman koparılıp götürülmüş uzun demir bankta oturan iki kadından altın yüzüklü, boynunda altın gerdanlık olanı, ağzından altın parıltısı gelen ince kurusu beklemediği bir anda burada rast geldiği arkadaşına kocasını Aşkabat’tan hastaneden getirdiğini, doktorlardan fayda görmediğini, yolda bir derin falcıya rastladığını anlatıyor. Kocası durağın demir borudan sütununa yaslanmış, oturduğu yerde uyuklamaya başlamış. Arada bir sövüyor:
Tahtası kim bilir ne zaman koparılıp götürülmüş uzun demir bankta oturan iki kadından altın yüzüklü, boynunda altın gerdanlık olanı, ağzından altın parıltısı gelen ince kurusu beklemediği bir anda burada rast geldiği arkadaşına kocasını Aşkabat’tan hastaneden getirdiğini, doktorlardan fayda görmediğini, yolda bir derin falcıya rastladığını anlatıyor. Kocası durağın demir borudan sütununa yaslanmış, oturduğu yerde uyuklamaya başlamış. Arada bir sövüyor:
- Ulan, senin de, falcının
da...
Lafa karışmamak ya da karıştırılmamak için kenara çıktım, oradaki koca taşın üstünde kitap okumayı denedim. O da olmadı.
“İnsanların tek derdi sadece yaşamak yahu“ şeklindeki, hüzünlü, boş düşünceyi zihnimden çıkarıp atmayı bir türlü başaramıyordum. Çabucak binip gideceğim bir araç gelmez mi ki? Sanki buradan gitsem, bu sıkıcı fikir de burada kalacak gibi.
O sırada durağa orta yaşlı bir teyze geldi. Yanındaki de oğlu olmalı. “Geç, otur, oğlum. Ayakta kalma.” diye, o çelimsiz yeni yetme oğlunu bankta oturtmak istiyor; ama eli torbalı zayıf oğlan durduğu yerden kıpırdamıyor.
Gencin sıfatı bir garip. Başı kocaman, boynu armut sapı gibi. İnce, uzun kara kaşlarının altında süzülen gözleri de biraz sönük gibi. Şefkatli gülümsemesinden, annesinin haline yüreğinin kıyım kıyım olduğunu, ona hiç kıyamadığını anlamak zor değil. Garip ana da evladını nereye oturtacağını bilemiyor.
- Oğlum, açık havadır, yılana, çıyana dikkat et. Gündüz çizmeni ayağından çıkarma. Sabah giyeceğini, çizmeni giymeden önce çırp, silkele. Atda amcanın sözünden çıkma. Ah, seni gönderecek de değildim, bırakmak da istemiyorum; ama, ne yapayım… Dayanmaya çalış, kuzum.
- Beni dert etmesene, ana.
Anne, oğlunun yüzünü, gözünü okşuyordu. Onun kolu kısalmış, dar ceketinin ceplerini yokluyordu. Bir şeyler daha tembih ediyordu. Delikanlı ise onu dinliyor gibi arada bir başını sallayıp gökyüzünün engin genişliklerine bakıyordu. Kim bilir, onu hayalleri nerelerde uçuyor, nerelere gidiyordur...
Ben de gayriihtiyari gökyüzüne baktım. Tutam tutam ak bulutların arasında kapkara görünen iki atmaca kanat açmış, yavaşça dolaşıyor...
- Ana, şunlara baksana.
- Ah, can oğlum, ben sana neler diyorum, seni gözün göklerde...
- Tamam ana, tamam...
- Elimiz rahatlarsa, seni okula göndeririz, oğlum. Havası güzel yurtlara tatile gidersin, yavrum...
... Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek şeyler hakkında konuştuğunu kendi de fark eden zavallının sesinde güven, söyleyişinde fer yok.
- Eğer ben okula gitsem… - dedi delikanlı, cümleyi tamamlamadan zayıf parmaklarına süzülen, uzun kirpikli gözlerinin üstüne siper yapıp, tekrar ak bulutlu gökyüzüne baktı. “Gitsem… Eğer okula gitsem.”
…Bir yerlerden peydah olan dolmuş veya taksi “Toyota”ya hepimiz sığdık. Haveran Bozkırı’nda uzayıp giden yolu kelep kelep geçiyoruz. Deminki delikanlı benim yanımda, eşyalarını koyduğu torbayı bağrına basmış sesini çıkarmadan oturuyor.
Çaresizlikten yüreğim kıyılıyor. Ona bir hoş söz söylemeye cesaret edemiyorum. Ne söylesem yapmacık olacak gibi…
Orta yolda, Mahmaltepe’nin denginde araba durdu. Delikanlı orada inecek. İlerde, dümdüz sarı bozkırda çoban kampı var. Uzaktan çit ağılın karartısı görünüyor…
Ben, yeni kullanmaya başladığım dışı kitap gibi ciltlenmiş, güzel defterimin yazılı sayfalarını yırtıp aldım. Tükenmez kalemimi de o defterin arasına kıstırıp, delikanlıya uzattım:
- Al, yeğenim, bunu. Al! Şiir yazarsın, türkü yazarsın, ya da istersen resim çizersin, al. Okumayı aklından çıkarma ama...
- Sağ ol, dayı.
Yolağı takip ederek uzaklaşan genci gözden yitinceye kadar izledim.
Nedense kalbime bu geniş bozkırın içine bir yıldız kayıp gitmiş gibi bir duygu geldi oturdu.
Aslında, yıldızlar gündüz de kayıyorlar; fakat biz onları göremiyoruz.
Lafa karışmamak ya da karıştırılmamak için kenara çıktım, oradaki koca taşın üstünde kitap okumayı denedim. O da olmadı.
“İnsanların tek derdi sadece yaşamak yahu“ şeklindeki, hüzünlü, boş düşünceyi zihnimden çıkarıp atmayı bir türlü başaramıyordum. Çabucak binip gideceğim bir araç gelmez mi ki? Sanki buradan gitsem, bu sıkıcı fikir de burada kalacak gibi.
O sırada durağa orta yaşlı bir teyze geldi. Yanındaki de oğlu olmalı. “Geç, otur, oğlum. Ayakta kalma.” diye, o çelimsiz yeni yetme oğlunu bankta oturtmak istiyor; ama eli torbalı zayıf oğlan durduğu yerden kıpırdamıyor.
Gencin sıfatı bir garip. Başı kocaman, boynu armut sapı gibi. İnce, uzun kara kaşlarının altında süzülen gözleri de biraz sönük gibi. Şefkatli gülümsemesinden, annesinin haline yüreğinin kıyım kıyım olduğunu, ona hiç kıyamadığını anlamak zor değil. Garip ana da evladını nereye oturtacağını bilemiyor.
- Oğlum, açık havadır, yılana, çıyana dikkat et. Gündüz çizmeni ayağından çıkarma. Sabah giyeceğini, çizmeni giymeden önce çırp, silkele. Atda amcanın sözünden çıkma. Ah, seni gönderecek de değildim, bırakmak da istemiyorum; ama, ne yapayım… Dayanmaya çalış, kuzum.
- Beni dert etmesene, ana.
Anne, oğlunun yüzünü, gözünü okşuyordu. Onun kolu kısalmış, dar ceketinin ceplerini yokluyordu. Bir şeyler daha tembih ediyordu. Delikanlı ise onu dinliyor gibi arada bir başını sallayıp gökyüzünün engin genişliklerine bakıyordu. Kim bilir, onu hayalleri nerelerde uçuyor, nerelere gidiyordur...
Ben de gayriihtiyari gökyüzüne baktım. Tutam tutam ak bulutların arasında kapkara görünen iki atmaca kanat açmış, yavaşça dolaşıyor...
- Ana, şunlara baksana.
- Ah, can oğlum, ben sana neler diyorum, seni gözün göklerde...
- Tamam ana, tamam...
- Elimiz rahatlarsa, seni okula göndeririz, oğlum. Havası güzel yurtlara tatile gidersin, yavrum...
... Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek şeyler hakkında konuştuğunu kendi de fark eden zavallının sesinde güven, söyleyişinde fer yok.
- Eğer ben okula gitsem… - dedi delikanlı, cümleyi tamamlamadan zayıf parmaklarına süzülen, uzun kirpikli gözlerinin üstüne siper yapıp, tekrar ak bulutlu gökyüzüne baktı. “Gitsem… Eğer okula gitsem.”
…Bir yerlerden peydah olan dolmuş veya taksi “Toyota”ya hepimiz sığdık. Haveran Bozkırı’nda uzayıp giden yolu kelep kelep geçiyoruz. Deminki delikanlı benim yanımda, eşyalarını koyduğu torbayı bağrına basmış sesini çıkarmadan oturuyor.
Çaresizlikten yüreğim kıyılıyor. Ona bir hoş söz söylemeye cesaret edemiyorum. Ne söylesem yapmacık olacak gibi…
Orta yolda, Mahmaltepe’nin denginde araba durdu. Delikanlı orada inecek. İlerde, dümdüz sarı bozkırda çoban kampı var. Uzaktan çit ağılın karartısı görünüyor…
Ben, yeni kullanmaya başladığım dışı kitap gibi ciltlenmiş, güzel defterimin yazılı sayfalarını yırtıp aldım. Tükenmez kalemimi de o defterin arasına kıstırıp, delikanlıya uzattım:
- Al, yeğenim, bunu. Al! Şiir yazarsın, türkü yazarsın, ya da istersen resim çizersin, al. Okumayı aklından çıkarma ama...
- Sağ ol, dayı.
Yolağı takip ederek uzaklaşan genci gözden yitinceye kadar izledim.
Nedense kalbime bu geniş bozkırın içine bir yıldız kayıp gitmiş gibi bir duygu geldi oturdu.
Aslında, yıldızlar gündüz de kayıyorlar; fakat biz onları göremiyoruz.
(Kardeş Kalemler)
Yorumlar
Yorum Gönder