Korkunun Renkleri 8-9
Hıdır Amangeldi
Çeviren: Hüdayi Can
(Önceki Bölüm)
8
Murat Korku’ya dik dik baktı:
"O zaman kuyuya girmeme sen mi engel olan sen miydin?"
Korku gülümseyerek:
"Evet, bendim, dedi, o zaman ben imdadına yetişmesem seni başka kim kurtarabilirdi? Korku'nun bu kendinden emin sesi Murat'ın yarasına tuz serpti."
"Belki sen beni kurtarmadın da tam tersine öldürdün?"
Murat kendini bir dağın tepesinde oturur buldu. Yanında da Korku dizlerini kucaklamış oturuyordu. Korku'nun zayıflığı Murat'ın gözünden kaçmadı. Onun güzel parmakları incecik bileklerinin dışında halkalanmıştı. Korku deyince insana biraz korkunç olacak gibi geliyordu, ama bu gül yaprağı gibi nazik görünüyordu.
“Niçin bana teşekkür etmen gerekirken beni suçluyorsun?”derken bakışı suçsuz yere azarlanmış bir çocuğun bakışlarını andırıyordu. Sesi titrek ve tedirgindi. Elini Murat'ın omzuna koydu ve sözlerine devam etti.
"Ben senden hoşlanıyorum. Sebebini sorarsan sen o kuyudan beri beni anlamaya çalıştın. Arzugül olayında da benim bir suçum yok…"
Korku’nun Arzugül’ün adını ağzına almasıyla birden Murat'ın kanı beynine sıçradı. Arzugül konusu onun beynindeki yasak bölgeydi. Murat'ı nefret duygusu kapladı…
9
O kızın adı Arzugül idi. Murat’ın Arzusuydu…
O yıl Muratlar lise bitirme sınavlarını veriyorlardı. Kız meselesine biraz tepeden bakmasıyla tanınan delikanlı arkadaşlarıyla koşarak sınıftan çıkmıştı. Önden fırlayan Murat kapının dışında birdenbire bir kızla çarpıştı. Kızın elindeki defterlerin kitapların her biri bir tarafa savruldu. Murat alışkın olduğu şekilde bu kızın da bağırıp çağırmasını bekledi. O ise nezaketle bir şeyler söyledi. Murat utancından kıpkırmızı oldu. Ne edeceğini, ne yapacağını bilemeden donup kalan Murat, neden sonra kendine geldi. Eğilip, kızın sağa sola saçılan kitaplarını topladı. Murat zorla yüzünü yerden kaldırıp göz ucuyla kıza baktı. Kız hiçbir şey olmamış gibi eşyalarını toplayıp gitmekte olan komşu sınıftan Arzugül'dü.
Gerçekte olağanüstü bir durum söz konusu değildi. Hatta Murat'ın arkadaşlarından hiçbiri bir şey anlamadı. Ama Murat'ı sorarsanız, dünyası tepetaklak olmuştu. Onun için o andan sonra, an da tükenmişti, zaman da. Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın; o çarpıştıkları yerden ayrılamıyordu. Murat tekrar tekrar o anı gözünün önünden geçiriyor, Arzugül'ün öyle derin yakınlıkla, derya gibi geniş nezaketle ne söylediğini hatırlamaya çalışıyordu. Fakat, ne kadar hatırlamaya çalışırsa çalışsın, başaramıyordu. Kendini Arzugül'ün yerine koyup çeşit çeşit cümleler kuruyordu, ama onlardan kimi sulu geliyordu, kimi kaba.
Aslında Arzugül'ün öyle bir görüşte aklını yitirecek farklı bir güzelliği de yoktu. İşin şaşılası yeri de Murat için güzel olmuş olmamış kız milletinin tamamının bir olmasıydı. Yoksa Arzugül'den çok daha güzel kızlardan Murat'a mektup yazanlar olmuştu. Murat o mektupları okumaya bile gerek görmeden yırtıp bir tarafa atmıştı. Niçin böyle taş yürekli olduğunu kendisi de anlamıyordu. Kör kuyudan, dedesi elinde can verdikten sonra en hoşlanmadığı huy, korkaklık, yalakalık, sululuk olmuştu. Belki bu mektup alış verişlerinde de bir çeşit yavanlık görüyordu. Bunu izah etmek zor. Ama kim bilir belki bu da feleğin bir oyunu, hayatın insanın başına açtığı imtihanlardan bir imtihandır. Kızlara mektup yazmak bir yana, yazanlardan da hoşlanmayan Murat olaydan üç gün sonra Arzugül'e bir mektup yazdı. Doğrusu yazmamak elinden gelmedi. Üç günden beri ne doğru dürüst uyuyordu, ne de yeyip içiyordu.
Murat mektubu ne zaman, nasıl yazdığını anlayamasa da, sıra Arzugül'e vermeye gelince yüreğine korku düştü. Eli ayağına dolaşıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Murat mektubu vermek bir yana, bir kıza mektup uzatışını gözünün önüne bile getiremiyordu. En sonunda derdini dostlarına açtı. İçlerinden bu alanda ‘mahir’ birine mektubu götürüp vermesini rica etti. Fakat o da teklifini burnunu havaya dikip “Kendin yazmışsın, kendin ver.” diyerek reddetti. Birden mektubunu kimsenin götürüvermeyeceğini aklı kesen Murat, mektubu paramparça etti.
Yırtılan mektupla Murat'ın heyecanı da birden yatıştı. Günler su gibi aktı. Sınavlar verildi. Yüksek okula girebilen girdi, giremeyenlerin de her biri bir baltaya sap olma derdine düştü. Sonra da askerlik. Rusya'nın soğuk memleketlerinin birinde askerlik yaparken bir arkadaşından Arzugül'ün evlendiğini haber veren mektup aldı. Çocukluğundan sonra Murat'ın gözlerine ilk defa yaş geldi. Gözünden damlayan tek damla göz yaşı dizlerine gelen karın içine bir saçma gibi düştü, karı deldi gitti. O göz yaşı karla birlikte sanki kalbinin en derin ve mahrem yerlerine de gömülmüştü.
O Arzusunu uzun zaman önce aklından çıkarıp attığını sanıyordu. Meğer bir damla kalmışmış. Yürekten çıkıp yine yüreğe batan o damla Murat'ın kalbinde taş üstüne kazınmış gibi bir ömür silemeyeceği derin yara bırakmıştı. Yıllar yılları kovaladı. Askerlik bitti. Murat şoför oldu. Evlendi. Bir gün de…
Bir gün de Murat yolda Arzugül'le karşılaştı. Murat sesini bile çıkaramadan otursa da Arzugül kendini tutamadı. Gelin gittiği yerde iyi yaşamadığını, kocasının içkiden afyondan başını alamadığını anlatıp ağladı.
“Yabancı köye gittim. Sizin biriniz dünür gönderiverseniz olmuyor muydu?” dedi.
Murat Arzusuna hiçbir şey söyleyemedi. Yırttığı mektup gözünün önüne geliyor, Arzugül'ün yakınmalarından da beter içini yakıyordu. Sanki o mektup gibi dünyası da parça parça oluyordu. O bütün olanlardan korkusunu sorumlu tuttu. Korkaklık etmese de mektubunu verebilseydi, sonra hiç Arzusunun elini sıcak sudan soğuk suya sokturur muydu?! Arzugül evlerine sapan sokağın başında indi, dünyasından çekildi gitti. Başını yerden kaldırmadan:
"Siz bahtlı olsanız yeter." dedi. Murat yine ağzını açıp iki çift laf edemedi. Ne mektup yazdığını, ne korkaklık edip veremediğini söylemeye dili vardı. En azından gönlünü alacak bir kaç güzel söz söyleyebilirdi. Onu bile başaramadı.
"Ben korkağın tekiyim, korkağın dik alası. O zaman kör kuyuya girebilmiş olsaydım…"
Bu olayın etkisinden bir türlü kurtulamayan Murat bir hafta içinde köyünü terk edip, çoluk çocuğuyla birlikte şehre göçtü…
Çeviren: Hüdayi Can
(Önceki Bölüm)
8
Murat Korku’ya dik dik baktı:
"O zaman kuyuya girmeme sen mi engel olan sen miydin?"
Korku gülümseyerek:
"Evet, bendim, dedi, o zaman ben imdadına yetişmesem seni başka kim kurtarabilirdi? Korku'nun bu kendinden emin sesi Murat'ın yarasına tuz serpti."
"Belki sen beni kurtarmadın da tam tersine öldürdün?"
Murat kendini bir dağın tepesinde oturur buldu. Yanında da Korku dizlerini kucaklamış oturuyordu. Korku'nun zayıflığı Murat'ın gözünden kaçmadı. Onun güzel parmakları incecik bileklerinin dışında halkalanmıştı. Korku deyince insana biraz korkunç olacak gibi geliyordu, ama bu gül yaprağı gibi nazik görünüyordu.
“Niçin bana teşekkür etmen gerekirken beni suçluyorsun?”derken bakışı suçsuz yere azarlanmış bir çocuğun bakışlarını andırıyordu. Sesi titrek ve tedirgindi. Elini Murat'ın omzuna koydu ve sözlerine devam etti.
"Ben senden hoşlanıyorum. Sebebini sorarsan sen o kuyudan beri beni anlamaya çalıştın. Arzugül olayında da benim bir suçum yok…"
Korku’nun Arzugül’ün adını ağzına almasıyla birden Murat'ın kanı beynine sıçradı. Arzugül konusu onun beynindeki yasak bölgeydi. Murat'ı nefret duygusu kapladı…
9
O kızın adı Arzugül idi. Murat’ın Arzusuydu…
O yıl Muratlar lise bitirme sınavlarını veriyorlardı. Kız meselesine biraz tepeden bakmasıyla tanınan delikanlı arkadaşlarıyla koşarak sınıftan çıkmıştı. Önden fırlayan Murat kapının dışında birdenbire bir kızla çarpıştı. Kızın elindeki defterlerin kitapların her biri bir tarafa savruldu. Murat alışkın olduğu şekilde bu kızın da bağırıp çağırmasını bekledi. O ise nezaketle bir şeyler söyledi. Murat utancından kıpkırmızı oldu. Ne edeceğini, ne yapacağını bilemeden donup kalan Murat, neden sonra kendine geldi. Eğilip, kızın sağa sola saçılan kitaplarını topladı. Murat zorla yüzünü yerden kaldırıp göz ucuyla kıza baktı. Kız hiçbir şey olmamış gibi eşyalarını toplayıp gitmekte olan komşu sınıftan Arzugül'dü.
Gerçekte olağanüstü bir durum söz konusu değildi. Hatta Murat'ın arkadaşlarından hiçbiri bir şey anlamadı. Ama Murat'ı sorarsanız, dünyası tepetaklak olmuştu. Onun için o andan sonra, an da tükenmişti, zaman da. Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın; o çarpıştıkları yerden ayrılamıyordu. Murat tekrar tekrar o anı gözünün önünden geçiriyor, Arzugül'ün öyle derin yakınlıkla, derya gibi geniş nezaketle ne söylediğini hatırlamaya çalışıyordu. Fakat, ne kadar hatırlamaya çalışırsa çalışsın, başaramıyordu. Kendini Arzugül'ün yerine koyup çeşit çeşit cümleler kuruyordu, ama onlardan kimi sulu geliyordu, kimi kaba.
Aslında Arzugül'ün öyle bir görüşte aklını yitirecek farklı bir güzelliği de yoktu. İşin şaşılası yeri de Murat için güzel olmuş olmamış kız milletinin tamamının bir olmasıydı. Yoksa Arzugül'den çok daha güzel kızlardan Murat'a mektup yazanlar olmuştu. Murat o mektupları okumaya bile gerek görmeden yırtıp bir tarafa atmıştı. Niçin böyle taş yürekli olduğunu kendisi de anlamıyordu. Kör kuyudan, dedesi elinde can verdikten sonra en hoşlanmadığı huy, korkaklık, yalakalık, sululuk olmuştu. Belki bu mektup alış verişlerinde de bir çeşit yavanlık görüyordu. Bunu izah etmek zor. Ama kim bilir belki bu da feleğin bir oyunu, hayatın insanın başına açtığı imtihanlardan bir imtihandır. Kızlara mektup yazmak bir yana, yazanlardan da hoşlanmayan Murat olaydan üç gün sonra Arzugül'e bir mektup yazdı. Doğrusu yazmamak elinden gelmedi. Üç günden beri ne doğru dürüst uyuyordu, ne de yeyip içiyordu.
Murat mektubu ne zaman, nasıl yazdığını anlayamasa da, sıra Arzugül'e vermeye gelince yüreğine korku düştü. Eli ayağına dolaşıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Murat mektubu vermek bir yana, bir kıza mektup uzatışını gözünün önüne bile getiremiyordu. En sonunda derdini dostlarına açtı. İçlerinden bu alanda ‘mahir’ birine mektubu götürüp vermesini rica etti. Fakat o da teklifini burnunu havaya dikip “Kendin yazmışsın, kendin ver.” diyerek reddetti. Birden mektubunu kimsenin götürüvermeyeceğini aklı kesen Murat, mektubu paramparça etti.
Yırtılan mektupla Murat'ın heyecanı da birden yatıştı. Günler su gibi aktı. Sınavlar verildi. Yüksek okula girebilen girdi, giremeyenlerin de her biri bir baltaya sap olma derdine düştü. Sonra da askerlik. Rusya'nın soğuk memleketlerinin birinde askerlik yaparken bir arkadaşından Arzugül'ün evlendiğini haber veren mektup aldı. Çocukluğundan sonra Murat'ın gözlerine ilk defa yaş geldi. Gözünden damlayan tek damla göz yaşı dizlerine gelen karın içine bir saçma gibi düştü, karı deldi gitti. O göz yaşı karla birlikte sanki kalbinin en derin ve mahrem yerlerine de gömülmüştü.
O Arzusunu uzun zaman önce aklından çıkarıp attığını sanıyordu. Meğer bir damla kalmışmış. Yürekten çıkıp yine yüreğe batan o damla Murat'ın kalbinde taş üstüne kazınmış gibi bir ömür silemeyeceği derin yara bırakmıştı. Yıllar yılları kovaladı. Askerlik bitti. Murat şoför oldu. Evlendi. Bir gün de…
Bir gün de Murat yolda Arzugül'le karşılaştı. Murat sesini bile çıkaramadan otursa da Arzugül kendini tutamadı. Gelin gittiği yerde iyi yaşamadığını, kocasının içkiden afyondan başını alamadığını anlatıp ağladı.
“Yabancı köye gittim. Sizin biriniz dünür gönderiverseniz olmuyor muydu?” dedi.
Murat Arzusuna hiçbir şey söyleyemedi. Yırttığı mektup gözünün önüne geliyor, Arzugül'ün yakınmalarından da beter içini yakıyordu. Sanki o mektup gibi dünyası da parça parça oluyordu. O bütün olanlardan korkusunu sorumlu tuttu. Korkaklık etmese de mektubunu verebilseydi, sonra hiç Arzusunun elini sıcak sudan soğuk suya sokturur muydu?! Arzugül evlerine sapan sokağın başında indi, dünyasından çekildi gitti. Başını yerden kaldırmadan:
"Siz bahtlı olsanız yeter." dedi. Murat yine ağzını açıp iki çift laf edemedi. Ne mektup yazdığını, ne korkaklık edip veremediğini söylemeye dili vardı. En azından gönlünü alacak bir kaç güzel söz söyleyebilirdi. Onu bile başaramadı.
"Ben korkağın tekiyim, korkağın dik alası. O zaman kör kuyuya girebilmiş olsaydım…"
Bu olayın etkisinden bir türlü kurtulamayan Murat bir hafta içinde köyünü terk edip, çoluk çocuğuyla birlikte şehre göçtü…
Yorumlar
Yorum Gönder