Korkunun Renkleri 11

Hıdır Amangeldi
Çeviren: Hüdayi Can

(Önceki Bölüm)

Dedesi vefat ettiğinde, Murat ilk defa bir cenaze alayıyla mezarlığa gitmişti. O zaman büyüklerin de ağladığını görmüş, hayret etmişti. Mavimsi tabutun içinde götürülen dedesi olmalıydı. Ama buna Murat'ın genç beyni bir türlü inanamıyordu. Dedesi ellerinde can vermiş olduğu halde ona mezarlıktan geri dönüp eve girince dedesini her zamanki yer yatağında bulacak, Mahtumkulu'dan bir şeyler okumaya başlayacak gibi geliyordu. Çünkü dede torun birbirine o kadar bağlanmıştı ki, dedesi nereye gitse Murat'ı da götürürdü. Murat şu anda diri olduğuna göre dedesi de diri olmalıydı. Bu bağın bir anda zayıf bir pamuk ipliğinin kopuşu gibi kopabileceği Murat'ın aklına sığmıyordu.
Dedesinin cenazesinde çok büyük kalabalık toplanmıştı. Bütün köy vardı. Sadece bu da değildi. Murat'ın daha önce hiç görmediği adamlar da gelmişti. Cemaat kendi arasında “Bunca yıl yaşadı, hayata doydu desen olacak gibi ama yine de her halükarda ölüm acı…” diyordu. Murat ise bu acıyı hiç hissetmiyordu. Dedesi can verdiği an, sorusuna cevap vermeden kucağına yığıldığı sıra, ağladığı ağladığıydı. Sonradan hiç ağlamamıştı da.
Fakat Murat'ı asıl şaşırtan dedesinin son nefesini verdikten sonra dünyayla bütün bağlarını koparıp, olaylara ilgisiz kalarak yatışı oldu. Oysa o diriyken diriliğe çok sağlam yapışırdı. Yaşı doksana yaklaşmış da olsa, evde bir kımıltı oldu mu ilgilenmeden edemezdi. Her işe, her konuşmaya bir şekilde katılmak isterdi. O dedesinin miskin miskin yattığını hiç görmemişti. Dedesinin boyun damarlarının bu dünyaya bağlanan ipler gibi gergin duruşu bugün bile gözünün önünden gitmiyordu. Ama sayılı gündü ve çok da olsa işte bir gün dolmuştu. O gergin damarlar gevşer gibi olmuştu. Can veren dedesinin böyle gamsız yatışına Murat nasıl hayret etmişti. O dedesini hiç böyle gamsız, bu kadar rahat görmemişti.
Cenaze alayı, önünde dedesini taşıyan tabut olduğu halde, daha önce de bir çok defa geldikleri yer olduğundan mıdır nedendir doğru kabristana geldi. İnsanlar yeni kazılan çukurun etrafında toplandılar. Çukurun bir tarafı bir adamlık biraz daha derin kazılmıştı. Belki yaşı küçük olduğu içindir belki de ilk defa gelişinden Murat'ın genç gözleri her gördüğünü ilgiyle inceliyordu. Murat bu dünyayı kendine dar gören dedesinin nasıl olup da bu daracık hücreye sığdığına hayret etti.
“İnsan için mezarın içindeki o biraz daha derin kazılmış köşe o kadar uygun bir yer imiş, tamı tamına kitabın kitap raflarına uygun oluşu gibi. Kitap, nereye koyarsan koy, kendi rafına geçip kuruluncaya kadar sanki yerini beğenmeyen misafir gibi durur. İşte insan da öyleymiş. Ya da insan bu dünyada sağa sola toslayıp en sonunda nefesi kesilince o yeri bulup rahatlıyor mu?”
Murat bu fikirlere bu neticelere o zaman mı geldi, yoksa daha sonra mı düşündü bilmiyoruz. Fakat o ölüm hakkında dedesi hakkında uzun yıllar düşünmüştü.
…İnce uzun bir kum yığını. İnsanın ihlası da buna sığıyor, bütün bir ömrü de. Kabristanlardaki bu mezarlar büyük ünlem işaretleri olarak görünüyorlar. Sanki her ömür tamamlandıktan sonra diriler için ünlem işaretine çevriliyor.
İşte dedemin mezarı da orada. Onun mezarı baharıyla kışıyla, rüzgarıyla karıyla dolu dolu yaşadığı seksen yedi yılın bütün manasını toplamış, arkasında diri kalan benim için bir ünlem işareti olarak yatıyor. Nokta da değil, soru işareti de değil. Şaşılacak şey, dedemin adını taktığımız küçücük bebeğimiz de bembeyaz kundağın içinde ünlem işaretine benziyor. Acaba bu kundağa sarılmış ‘ünlem işareti’ kendinden önceki bir çok ünlemi ihtiva eden küçük bir ünlem tohumu mu? Her doğuş ölenlerin devamı. Eğer sonradan gelenlerin her biri kendisinden önce gidenlerin hayatını ömrünün en son ünlem işaretine kadar okumazsa, insanlık yerinde sayar. Aslında biz yerimizde saymaya devam etmeseydik, her ölen ünlem işareti gibi yatmazdı belki de…
Murat o zaman on üç-on dört yaşlarındaydı. Onun dedesini gömen adamlar “İyi adamdı.” deyip kalktılar. Kalabalık cemaat sanki mezarlıktan çıkmak için birbiriyle yarışıyordu. Murat da kalabalığa karışmış çıkıyordu. Sonra birden geri dönüp dedesini alıp kalan mezara baktı. O anda da ayağı bir şeye takıldı. Bir çocuk mezarının üstüne yıkılayazdı. Neyse ki tam kapaklanmadan elini siper etti de o küçücük mezarı kucaklar gibi oldu. Bu başka bir acayip duyguyla kucaklaşmasına da neden olmuştu. O birden ölümün gerçekten var olduğunu ve artık dedesinin geri dönüp gelmeyeceğini anlamıştı…

(Devam edecek)

Yorumlar

Popüler Yayınlar