Ağır Aksak Gidiyor Dünya 9




İlyas AmangeldiTürkçesi: Hüdayi Can
(Önceki bölüm)

...Ölenler yerle birlikte onun altında dönerler durmadan, diriler üstünde. Bundan on asır önce yine böyle dönmekte idiler şüphesiz, bu arada kıyamet kopmazsa on asır sonra da aynı şekilde döneceklerdir, tıpkı bugünkü gibi.

Kemalettin, Samet'in gözünü açmasına sevinip gülümsüyordu. O hemen atasının uyandığı zaman içir dediği ilacı Samet'e içirdi. Onun gözünü açtığını dedesine, Mahmut'a müjdeledi. Onlar da işlerini bırakıp Samet'in yanına geldiler. Onlarda sevindikleri zaman sevinen adamın elini tutmaktan hoşlanıyorlarmış gibi her biri Samet'in bir elinden tuttular. Samet içlerinden geçeni biliyormuş gibi onların bu hareketine hafifçe gülümseyerek karşılık verdi ve yine gözlerini kapadı. Çünkü onun yanına yine annesi gelmişti.
"Anne, anne sen beni kundakta büyüttüğünü söylüyordun. Hani, öyleyse bana göstersene beni neye sardığını."
"Ay oğlum senin bezlerin çoktan yırtıldı gitti ya."
"Beni bir beze yırtılıncaya kadar dolamamışsındır be anne. Yırtılmadan kalanı vardır, bir taneciğini bulup göstersene."
"Boş versene oğlum. Kundağı ne yapacaksın? Ben onları başka şeylere paçavra niyetine kullanmışımdır. Yırtılmış, atılmış gitmişlerdir her biri bir tarafa."
"Anne biliyor musun ne diyeceğim? Bence herkes ilk başta kar gibi küçücük tertemiz bebek olduğunu bilecek ve onu aklından çıkarmayacak şekilde, duvara asılan halıların, değerli sanat eserlerinin yerine kendi bezlerinden birini gerip koysa nasıl da iyi olurdu. Öyle değil mi anne?"
"Ben senin yaslandığın yastığı hala saklıyorum."
"Biliyorum anne. Nerede o? Benim ona yaslanmak istiyorum. Her zaman, her gece, her yattığımda."
"Olması lazım oğlum. Olması lazım. Şimdi bulurum."
Annesi Samet’in gözünden kayboldu gitti.
Kemalettin ateşi yükselip "Anne" diye yine sayıklamaya başlayan Samet'e başından tutup su içirdi. Samet biraz rahatlar gibi oldu. O "Anne!" diye bağırsa da, yanına eli kamçılı babası geldi.
"Vermem yastığı."
"Ama baba o benim yastığım."
"Seninse ne yapalım? Yaslanırsın, eskitirsin, yırtılır gider. Ne sanıyorsun o sadece sana mı lazım? O bana da lazım."
"Senin kendi yastığın nerede baba?"
"Bana vermediler... Bana vermediler... Bana vermediler..."
Babası da yitip gitti.
"Annem yastığımı getirmedi. Gece oldu bak, her yer karardı. Yıldızlara baksana patlamış mısır gibi olmuşlar. Ben yatmak istiyorum. Yastığım olmadan nasıl yatayım?"
"Yatıp da ne yapacaksın?" Bu Kemalettin’in sesiydi. "Yıldızlara bakarsan uykun açılır."
"Hayır ben yatacağım. Yıldızlar kar olup yağsa ne yaparız?"
"Onlar zerdali çiçeği değiller, yağmazlar. İçmek istiyor musun? Dedem sana zerdali çiçeğinden ilaç hazırlamış."
"Hayır, bu zerdali çiçeğinden hazırlanmamış, yıldızlardan damlayan damlacıklar."
"Biraz daha içecek misin?"
"Çok içeceğim, çok içeceğim. Su..."
Kemalettin su isteyen Samet'e bir iki yudum daha içirdi. Onun başını yastığa koyup, dedesini çağırmaya koştu. Dedesiyle geldiklerinde gözleri yerinden fırlamış Samet'in yatağında dimdik oturmakta olduğunu gördüler. Samet yaslanıp yattığı yastığını da bir tarafa fırlatmıştı. İbni Şefik, Samet'i kucaklayıp yatağına yatırdı. Samet, Kemallettin'in arkasına koyduğu yastıkta yatmak istemiyordu. Onu eliyle itiyordu. Atalığı onu neredeyse zorla yatırdı. Samet bir "Anne" diyordu, bir "Baba" diyordu, sonra birden "Ata" diyor, atalığını kucaklıyordu.
İbni Şefik, Kemalettin'e bir ilacın adını söyleyip onu getirmesini istedi. O rahatlatıcı bir ilaç idi. Samet içi ilaçla dolu kaseye aç gözlü gibi yapışıp kaseyi başına dikti. Sonra gülümseyerek: "Yıldız suyu, yıldız suyu. Kemalettin, Mahmut içmek istiyor musunuz?" diye sordu. Mahmut, Samet’in uzattığı boş kaseyi elinden aldı. "İçsene, ne diye içmiyorsun? Pek güzel. Ata, atacan, iç desene Mahmut’a." Samet hafiften ağlamaya da başladı. Dedesi Mahmut'a "İç." dedi. Mahmut boş kaseden içiyormuş gibi yaptı. Ama Samet çoktan onunla ilgilenmeyi bırakmıştı. O gözlerinden bulgur bulgur yaş dökerek ağlıyordu. "Ben babamın yanına gideceğim. Kendi yurduma gideceğim. Anneme de babama da yıldız suyundan vereceğim."
İbni Şefik, Kemalettin'e:
"Kuran'ını al." dedi.
Mahmut'u ise şehirdeki meşhur sazendelerin birini çağırmaya gönderdi. Kemalettin, Samet'in yanına oturup Kuran okumaya başladı. Samet onun eline yapıştı. "Ben de okuyacağım." dedi. Kemalettin ondan Kuran'ı kaçırıp elinin yetişemeyeceği şekilde geri çekildi. Alelacele açtığı yerden Kuran'ı okumaya başladı. Samet, Kemalettin'in okuduğu her ayeti arkasından tekrarlıyordu. Samet onların içinde Kuran okumada en kabiliyetlisiydi. O Kuran'ın bir çok yerini ezbere bildiği için, Kemalettin'i beklemeden onu geçip ezberinden okumaya başladı. Kemalettin, Samet'e engel olmadı, kendisi okumayı bıraktı. Samet şimdi tek başına ağlaya ağlaya Kuran okuyordu. İbni Şefik onun Kuran'ı böyle güzel okuduğunu fark etmemişti. Dinlediği ayetlerin tesiri ile Samet'i de, Samet'in hastalığını da unutmuştu. Yusuf suresinden bir bölüm okuyordu Samet. İbni Şefik gözyaşlarına söz dinletemedi. Önce Kemalettin'i azarlamak zorunda kaldığında sonra da şimdi ikinci defa kendi kendine artık iyice yaşlandığını, yüreğinin yufkalaştığını itiraf etti.
Bu arada Mahmut da dedesinin dediği sazendeyi alıp gelmişti. İbni Şefik sazendeyi başıyla selamladı. Göz yaşını sildi. Kendine geldi. Samet Yusuf suresini tamamlamış, sesini çıkarmadan yatıyordu. Kemalettin'in eline sıkı sıkıya yapışmış oluşunu da hesaba katmazsak onun yatışı gayet rahattı. İbni Şefik sazendeden mülayim, hüzünlü parçalar çalmasını rica etti. Samet'in hoş avazından sonra sazın sesi yumuşak bir rüzgarın arkasından çiselemeye başlayan ılık yağmur damlaları gibiydi. Samet sazın hoş avazını dinlerken tatlı bir ürperişle irkildi. Yanına yine annesi geldi.
"Buldum oğlum, kundağını buldum."
"Sarsana anne beni bu kundağa. Sarıp sarmalasana. Bak ne güzel kokuyor, ne temiz."
"Hayır oğlum, sen artık büyüdün. Sen buraya gel. Baban da seni bekliyor. Ben senin bezlerini güzelce bir köşeye koyarım. Gülnesibe teyzenin bulduğu kız sana bebecik getirir. İşte o zaman ben torunumu senin bezlerine sararım. Sen şimdi biraz rahatsızsın oğlum. Kervanın gideceği güne kadar ilaçlarını iç de iyileş. Biz seni bekliyoruz yavrum."
"Olur anne. Sen de yanımda oturup saz dinlesene."
"Ben senin yanından hiç ayrılmadığımı söylesem ne diyeceksin bakalım? Ben senin Kuran okuyuşunu da dinledim."
"Yine okuyayım mı? Ben 'Allah' diye yazmayı da biliyorum anne. Yazıp göstermiştim ya sana."
"Evet, evet. İyisi ben sana ninni söyleyeyim." oğlum.
"Küçücük bebekken olduğu gibi mi?"
"Evet tabi. Daha ne olsun?"
Çalınan saz Samet'in kulağına annesinin ninnisi gibi işitiliyordu. Yavaş yavaş uykunun yumuşak dalgaları arasına gömüldü. Daldığı derin uykudan hava iyice kararıncaya kadar uyanmadı. Yanından bir adım bile uzaklaşmadan gün boyu elini tutup oturan Kemalettin, uykunun sükunetinde yüzen Samet'in yüzüne bakarken kendi çocukluğunu, hayal meyal hatırladığı annesini, babasını, hatta dedesinin kendine üzüm koparıp verişine kadar hatırlıyordu. Geçmişini öyle bir hatırladı, öyle yad etti ki, hatırlayabileceği olayların birini bile hafızasının kıvrım kıvrım yolları arasında bırakmadı, bırakmaya gönlü razı olamazdı. Geçmiş günleri ikinci kez yaşıyor gibi olmuştu. Samet gözünü açtığı zaman kendisine iki sefer yaşama imkanı veren bir insana teşekkür ediyormuş gibi onun yara izli yanağından öptü. Samet de onun boynundan kucaklayıp fısıldadı:
"Bana ne oldu?"
"Rahatsızlandın, kardeşim."
"Sen bana 'Kardeşim' mi dedin?"
"Elbette, sen benim kardeşim değil misin?"
"Ben iyileşir miyim?"
"İyileşmeye başladın bile. Rahat rahat yat. Ben şimdi dedemi çağırayım."
"Yok çağırma. Ben utanıyorum. Ben atalığımın yanında bu şekilde yatamam ya."
"Olur, peki. Ama sen uyu."
"Kemalettin, bana su versene."
"Hemen."
Kemalettin, Samet'e suyla beraber dedesinin içirmesini söylediği ilaçları da içirdi. Bu uyku ilacıydı. Samet onu içip tekrar uyudu. Kemalettin Samet'le aralarında geçen konuşmaları bir bir dedesine aktardı. Kemalettin'in söylediklerinin doğru olduğuna bir delil arıyorlarmış gibi dedesiyle Mahmut uyumakta olan Samet'in yüzüne baktılar.
Samet yerinden kalkamadan iki gün daha yattı. Üçüncü gün onun biraz açıldığı belli oluyordu. Mahmut ona "Yıldızın suyu, yıldızın suyu..." diye ilaçlarını içiriyordu. Samet bu harekete gülümsemekle yetiniyordu. O hastayken olan olaylarla ilgili bir şey sorulsa "Hatılamıyorum." demekle yetiniyordu. "Sadece atam rica ettiği için Kuran okuduğumu biliyorum." diyordu. Annesinin ninnisini dinlediğini ise söylemiyordu. İbni Şefik, Mahmut'u, Kemalettin'i yanına çağırdı. "Hiçbir şeyi hatırlatmaya çalışmayın." diye tembih etti. Yine de Kemalettin baş başa kaldıklarında Samet'e:
"Benim söz verdiğim şeyi hatırlıyor musun?" diye sordu.
"Hayır."
"Hiçbir şey hatırlamıyor musun?"
"Hayır dedim ya."
"Tamam ben hatırlatayım o zaman. Ben sana iyi bir kız göstereceğimi söyledim."
"Bana kız lazım değil. İyi bir kız ise kendin gör."
"Sana değil tabii. Kendi hoşlandığım kızı."
"Ha, Sara mı? Biz Mahmut’la onu çoktan gördük."
"Sizi gidi yaramazlar... Nasıl peki, iyi mi?"
"Yıldızın suyu gibi."
"Doğru mu söylüyorsun? O yakında senin yengen olur biliyor musun?"
"Ya demek düğün de göreceğiz yakında."
"Biliyor musun, onun bir de çok iyi kardeşi var?"
"Onu Mahmut da biliyor."
"Mahmut'un bilmesinin ehemmiyeti yok. O kendisi kimden hoşlanırsa o olur."
"Mahmut çoktan beri... nasıl desem... onunla mektuplaşıyor bile."
"Vay yaramaz vay. Tamam yahu sana da iyisini buluruz."
Komşu odada çalışan İbni Şefik'e, bu konuşmalardan sadece Samet'in gülüşleri işitiliyordu. Bu işitilen gülüşler ona bülbül sesinden bin kat daha hoş geliyordu. Bu sesleri başka hiçbir sesle karşılaştıramazdı. Allah'ın bu günleri göstermesine şükretti. Sonra Kemalettin'i yanına çağırıp Samet'i yormamasını tembih etti.
Hiçbir şey hatırlamıyorum, dese de Samet aslında olanların çoğunu biliyordu. O sadece bu gördüklerinin manasını anlayamıyordu. Onların aklında nasıl gerçeğe dönüştüğü konusunda fazla düşünürse korkmaya başlıyordu. İbni Şefik onun gözünün görünüşünden hoşlanmıyordu. "Henüz çevresini saran korkulu ruh halinden tam kurtulamadı." diyordu. Onun için bir tabakta üzerlik yakıp tütsüledi. Onun tütsüsünü şifahanenin bütün köşelerinde dolaştırdı. Sonra binanın çevresinde üç defa dolaştırdı. Bir süre şifahane dumana büründü. Sam birden kendini yanmakta olan bir evin içinde gibi hissetti. İki tarafa koşuşturan Folomey Dayıyı gördü. O:
"Folomey Dayı, ben buradayım." diye ne kadar bağırsa da, Folomey onu görmeden önünden geçip duruyordu. Bu arada annesiyle Gülnesibe teyzesi birlikte gelip ona "Saklan!" dediler. Diğer taraftan babası gelip onu oturduğu devesinin üstünden çekip aldı ve atına yan atıp Gürgenç'e doğru aldı götürdü.
Samet uyanıp gözlerini birden açtı. Korktu. Kapı açılsa içeri babası girecek gibiydi. Nihayet gözüne görünen, düşüne giren şeyleri atalığı anlar diye o biraz önce gördüğü rüyayı atalığına anlattı. Atalığı Samet'i dikkatle dinledi. Sonra onları bir bir yormaya başladı.
"Folomey Dayı şeklinde gözüne görünen, kötü güçler, hastalıklar olmalı. Onun seni görmemesi iyi bir durum. Annen ile teyzen, yani kadınlar bizi yolumuzdan alıkoyan şeylerdir. At ise düşte murattır. Üstelik baban gelip seni alıp gidiyor, bu güzel bir rüya. İnşallah Allah hayra yordursun, muradına ereceksin. Biz yakında Gürgenç'te oluruz. Anneni de babanı da alır geliriz."
İbni Şefik, Samet'in hiç değilse başıyla onaylamasını bekliyordu. Ama Samet cevap vermeden başını aşağı eğdi. İbni Şefik, Samet'e anne babasından bahsedip, "Onların yanına gitmek doğrudur." demek için henüz vaktin erken olduğuna karar verdi. Samet'in beynine ağır gelirse hastalığı tekrar azabilirdi. Onun için "Her şeyin bir eşref saati vardır. Acele etmeyelim." dedi. Şefkatle Samet'in başını okşayıp gitti.
Samet gördüğü rüyaya atalığının gerçekten sevindiğini gördü. O tabirini sadece teselli olsun diye yapmadığını ispat etmek için Samet'e bu konuda yazılmış bir kitap getirdi ve "Üşenme de, oku." dedi. Samet'in okudukları atasının söylediklerini doğruluyordu. Samet atalığının oku diye işaretlediği yerlerle kanaat etmedi ve kitabı baştan sona okudu. Ama kitapta kundak hakkında, onu duvara asmak hakkında, bebekliğinden kalan yastığa başını koyup yatmak hakkında, yalan hakkında, vicdan hakkında.... diğer gördükleri işittikleri hakkında bir tek doyurucu bilgiye rastlayamadı. "Herhalde gördüklerim rüya değildi." sonucuna vardı buradan. “Eğer rüya değilse, o zaman ne peki? Atam benim kendi memleketime gitmemi istiyor. Annem babam Gürgenç'i bırakıp buraya gelirler mi? Gelseler bile onlar şifahanede yaşamazlar. Beni de yanlarına alırlar. Şimdiki hayatımı da ararım. Annem babam hayattayken yetim yaşıyorum, yine de tutmuş şimdiki hayatım, diyorum. Başka ne yapabilirim ki? Onlar gelirlerse..."
Samet düşüncesini devam ettirmedi. Annesinden yediği tokadı hatırladı. Eli gayri ihtiyari yanağına gitti. Yanağındaki yara izleri ona annesinden yediği o tokadın ömür boyu kalbinde taşıyacağı izleri gibi göründü. Sonra boynundaki boncukları avuçladı. Hayalinde Gürgenç'e döndü. Dışarıda, sokakta oynadığı yerden gelip annesine boynundaki boncuğu gösterişini hatırladı.
"Anne, bu nazar boncuğu mu?"
"Nazar boncuğu başka, o göze benzer olur. Bu bana babanın kızlığımda alıverdiği boncuktan."
"Ha, şu boncuk mu anne?"
"Evet, güzel değil mi?"
"Şimdi niçin onu takmıyorsun?"
"Boncuğu kızken, yeni gelinken taksan yakışır. Sonra da taksam, eskir. Eskirse de baban üzülür."
"Eskirse yenisini alıversin."
"Şimdi böyle iyi boncuk bulamayız..."
Annesi bu sözleri söylerken sevincinden, babasına olan sevgisinden yüzünün aydınlandığını henüz çocuk olsa da Samet görmüştü.
Sonra bir defa babasından yakınırken Samet annesini teselli etmek ve o zamanki nurani halini ona geri getirmek için mücevher kutusundan boncuğunu çıkarmıştı. Annesine göstererek boncuğu sayıyor, boynundaki tek boncuğu çıkarıp diğerleriyle karşılaştırıyor gibi yaptı. Boncukları görünce tekrar sevgi duygularının uyanacağını düşündüğü annesi ise onları boynuna atılmış kemende benzetti. O zaman Samet birden öfkelendi.
"Madem öyle bunu yok edelim anne." dedi ve boncuğu da kendi tek boncuğunu da elinin tersiyle itip odanın bir köşesine fırlattı. Boncuklar şakırdayarak yere düştü.
Zaten kocasından içi yanıp, kendi kendine yakındığı, oğlunun yanında bu meseleleri açtığı için canı sıkkın olan Meral aniden yerinden kalktı da Samet’in yanağına ilk defa tokat attı. Böyle bir hareket beklemeyen Samet'in gözlerinden kıvılcımlar çıktı. Yaptığına hemen pişman olan annesi onu kucağına bastı:
"Böyle yapmasana yavrum. Kement de olsa babanın attığı kementtir. Onu böyle elinin tersiyle bir köşeye fırlatman doğru olur mu hiç?"
Meral oğlunu bırakıp, yere kapanıp ağlamaya başladı. O oğluna bu boncukları ne kadar sevdiğini, eller boncuğu boyunlarına takınırlarken kendisinin birçok defa bağrına bastığını, canlıymış gibi onunla konuşa konuşa gezdiğini söyleyemediği için ağlıyordu. "Samet bunları anlamaz." diye de değil, o sözler, o duygular insanın hatta kendi oğluna da söyleyebileceği sözlerden ya da duygulardan değildi de ondan. Meral birden ayağa kalktı. Kalkıp boncuğu atıldığı yerden aldı ve küskün oğlunun eğilen boynundan öptü. Sonra boncuğu güçlükle silkip kopardı. O hızla boncuklar dağılıp gittiler. Ana oğul onları arkalarından düşman kovalıyormuş gibi alelacele topladılar. Samet eline topladığı boncukları annesine verdi. Meral hıçkırıklar içinde otururken onları geri diziyordu. O boncuklardan birini daha alıp Samet’in boynundaki alaca ipe taktı. Samet’in ilk saçı kesildiği gün takılan boncuğa, annesinin gözyaşıyla yıkanan ikinci dertli boncuk şık diye değdi. Bu şıkırtı, daha sonra da Samet ne zaman boncukların birbirine dokunup şıkırdadığını duysa aklına gelecekti. Kalbini gamla dolduran bu fikirlerden, böyle hatıralardan kurtulmak için yüzünü diğer tarafa çevirip yattı. Samet'in iç dünyası da şimdi bir o tarafa dönüyordu, bir bu tarafa. Gürgenç'e anne babasının yanına gideceğini de bilemiyordu, gitmeyeceğini de.
İbni Şefik, Samet'in her gün biraz daha kendine geldiğini görse de onunla Gürgenç'e gitmekle ilgili meseleyi konuşmak konusunda acele etmiyordu. Bir Samet'in yanına gelip şifahanenin işlerini konuşuyor bir başka seferde Kemalettin'in geçirdiği değişikliklere nasıl sevindiğinden bahsediyordu. Gerçekten de Samet'in yanından gece gündüz ayrılmayan Kemalettin'in tavırları yumuşamış, daha şefkatli, daha sevgi dolu olmuş gibiydi. Samet rahatsızken göz kulak olsun diye Kemalettin'in yatağını Samet'in yanına taşıtmıştı. Ama Samet iyileştikten sonra da o döşeğini eski yerine taşımadı. İkisi fırsat bulsalar bir araya geliyorlar, uzun uzun sohbet ediyorlardı. Belki de bu sohbetlerin tesiriyle Kemalettin'in işine daha ciddi sarılması bir yana insanlara bakışı da değişmiş gibiydi. İbni Şefik eğer Samet'in gönlü olur da Gürgenç'e gitmeleri gerekirse şifahaneyi Kemalettin'e emanet edip gözü arkada kalmadan gidebileceğine seviniyordu.
Gördüm dese de bir gün Kemalettin söz verdiği gibi Samet'i Sara ile tanıştırmaya götürdü. Randevulaştıkları yere vardıklarında Sara henüz gelmemişti. Şifahaneden zar zor kaçıp gelen genç tabiplerin biri gelecek diye öyle uzun süre bekleyecek vakitleri yoktu. Kemalettin içinden biraz darıldı Sara’ya.
"Hep aynı. Bir sefer bile bekletmeden gelmiyor."
"Evet, kızlarla bir iş yapmaya kalkarsan halin bu olur."
"Ne o daha önce kızlarla bir iş yapmaya kalkışkış gibi 'Halin bu olur.' diyorsun."
"İşte görüyorum ya. Kaç zamandır duruyoruz burada, dikili ağaçlar gibi. Bir de evlensen kim bilir ne yapar?"
"Ne mi yapar, evinden bile çıkamaz."
"Ben şaka yapıyorum. Ama sen de evden çıkarmadan oturtmazsın. Şimdi bir gelir, tıpkı ala baharın karı gibi erir gidersin."
Kemalettin, Sara'nın geldiğini gördü. Gerçekten de acayip bir şey olacakmış gibi onu görmesiyle yüreği gümbürdemeye başladı. Zar zor Samet'e "Geliyor." diye haber verecek güç buldu.
Sara'nın yüzü yarı yarıya kapalıydı. Ama yine de onun güzelliği gözden kaçmıyordu. "Belki yüzünün yarı yarıya kapanıp sadece ela gözlerinin görünmesi onu olduğundan daha güzel gösteriyordur. Kim bilir belki yüzünün tamamını açsa bundan da güzel olur. Kızlar acaba neden böyle güzel oluyorlar? Aslında Kemalettin de yakışıklı çocuk be. Şimdi sanki daha da yakışıklı oldu. Bir şeyler fısıldıyor ama acaba ne demek istiyor? İyisi ben bunların yanından ayrılayım." Samet bir bahane ile onlardan geride kaldı.
O Sara'nın yüzünün yarı yarıya kapalı olmasını dünyanın yüzünün yarısı açık, öteki yarısının kapalı olmasına benzetti. Samet geçmiş günleri dünyanın yüzünün açık tarafına benzetti. Yarını, gelecek günü, saati, dakikayı ise bu günden görmen imkansız. İşte bu kapalılık kendine çekiyor, imrendiriyordu..."
Kemalettin "Dedemiz bizi aramasın." diye vedalaştıktan sonra tekrar: "Aaa, bir şeyi söylemeyi unutmuşum. Sen git, ben arkandan yetişirim." diye Samet'i yalnız gönderdi.
Samet Bağdat'ın daracık ve en tenha sokaklarından evlerine döndü. Sam taş döşeli yoldan gözünü kaldırmadan gidiyordu. Birden annesi yanına geldi.
"Oğlum ne diye böyle kaygılısın?"
"Anne, ben kendi çocuklarını döven anneleri çok gördüm. Onlara niçin böyle yaptıklarını sormaya fırsatım olmadı. Sara da Kemalettin'in oğullarını döver."
"Onu nereden çıkardın?"
"Belki bana öyle geliyordur ama sanırım dediğim gibi olacak. Hem çok sever, hem de döver. Ben bu sefer yanılsam sevineceğim ama niçin bu böyle oluyor?"
"Sen benim o tokadımı hala unutmadın mı? Onu ben de unutamam. Affet oğlum. Senin yanağına vurmam kendi yanağıma vurmam demek değil miydi aslında?"
"Afedersin anne..."
"Oğlum sen babanı kurtarmanın bir yolunu bulmalısın, kalanını bir şekilde hallederiz."
"Babamı mı? Ama nasıl?"
Samet sorusuna annesinin niçin cevap vermediğini anlamak için sağa sola bakınınca o yok oldu. Sadece ilerden Kemalettin'in gelmekte olduğu görülüyordu.
İbni Şefik, Gürgenç'e gitmeyi Samet'in istemeyeceğini düşünemiyordu. Uzun yola çıkmadan önce Kemalettin ile bir kez daha konuşması gerekeceğini biliyordu. Onun için de bu konuşmayı aceleye getirmeden rahat rahat yapabilmek için Kemalettin'i yanına çağırdı.
"Sam'ı Gürgenç'e götürmeyi düşündüğümüzü biliyorsun."
"Ne zaman gidiyorsunuz, dede? Samet de istekli mi?"
"İstemeyeceğini sanmam. Ne zaman kervan gitse, onlara katılıp gidivermeliyiz, ama burayı kime bırakacağımı bilemiyorum."
"Dede, olmazsa Sam ile ben gideyim. O benimle gitmeye daha istekli olur."
"Hayır, kendim gitmesem olmaz. Onun babasının meselesini sen halledemezsin."
"Şifahaneye olmazsa, Mahmut’la ikimiz bakarız, olmaz mı?"
"O da olurdu ama, hani sen dişlerle ilgilenmeyecek miydin?"
"O mesele de var tabii. Diş için yer açalım diyorduk, değil mi?"
"Yer açarsam sen ona geçer misin?"
"Dede, kendiniz söylediniz ya... O zamandan beri ben diş hakkında yazılan hemen hemen her şeyi okudum. Dede, diş kararmaya başladığında ona düşen kurtçuk temizlenip dışı kaplansa nasıl olur?"
"O nasıl olacak?"
"Nasıl olacağını bilmiyorum. Ama benim çektiğim dişleri bir görün. Dağladığım dişler de sağlam. Ama sonra kendi kendilerine dağılıp gidiyorlar."
"Görüyorum da diş işine ciddi ciddi kafa yoruyorsun."
Kemalettin dedesinin sözlerinden razı olmadığını sezdi.
"Dede, ne o yoksa ben yanılıyor muyum? Kitaplarda..."
"Oğlum, Sam'ın yüreğini ovalayışını sen hangi kitaptan okudun? Ben göğüs kafesinin üstünden kalbin oğulabileceğini bilmiyordum."
"Ben de hiçbir yerde okumadım. Acelemden kendim de bilmiyordum ne yaptığımı."
"Allah ilham etmiştir onu bize."
"Elhamdülillah."
"Sen maşallah artık kendi göbeğini kesebileceksin. Gelecek cuma çevremizdeki fakir fukaralara, hastalara ufak yollu bir ziyafet verelim, ben orada sana icazet vereceğim."
"Dedeciğim! Allah ihlasımızı azaltmasın."
"Amin. Sonra pazartesi gün Gürgenç'e giden bir kervan var. Sam ile de o zamana kadar belli bir neticeye geliriz sanırım."
"Baş üstüne dede."
Kemalettin dedesinin yanından çıkarken ayakları yere değiyor muydu, yoksa kuş gibi uçarak mı çıktı belli değildi. O gelişine Samet'i kucakladı. Samet bu gökten düşme hareket karşısında:
"Ben senin Sara'n değilim yahu." dedi.
Kemalettin ona "Çüş" deyip sonra da dedesinin kendine icazet vereceğini müjdeledi. Bu konuşmayı duyan Mahmut da yerinden kalkıp ağabeyini kucakladı. Samet de yerinde duramayıp tekrar onları kucakladı. Onlar üçü bir gövde gibi sarılıp zıplayarak dolaşmaya başladılar. Çok döndüklerinden mi nedense, ayrıldıklarında üçü de dengelerini kaybedip sağa sola savruldular. Kemalettin ile Mahmut bu hallerine daha fena gülüp ayakta kalmayı başardılar. Samet belki de hala biraz zayıf olduğu için dengesini sağlayamadı. O gidişine sırtüstü düştü, ensesi sert zemine çarptı. Yine kendini kaybetti. Yeni kararmaya başlayan burnunun altından kan göründü. Mahmut korkuyla "Dede!" diye bağırdı.
Samet düşerken babasının yanına geldiğini gördü. O:
"Baba beni tutsana, düşüyorum." diye bağırınca, babası tam tersine kocaman yumruğunu eskiden yaptığı gibi burnuna indirdi.
Samet "Baba!" dedi ve yere serildi.

(Devam edecek.)

Yorumlar

Popüler Yayınlar