Korkunun Renkleri 12-13-14

Hıdır Amangeldi
Çeviren: Hüdayi Can

(Önceki Bölüm)

12

Aslında Murat ölümle ilk olarak dört beş yaşlarında karşılaşmıştı. O zamanlar her gün sabah erkenden kolhozun sığırlarını otlağa götürüyorlardı. Köylüler kendilerine ait sığırları da kolhozun sığırlarına katıyorlardı.
O gün Murat sığırların acı böğürüşleriyle uyandı. Kolhoz sürüsündeki dev damızlık öküz yeri eşeliyor, acı acı böğürüyordu. Sığırtmaç da “Niçin hayvanı boğazladıktan sonra kanını gömmüyorsunuz?” diye sağa sola çatıyordu. Bir taraftan da beygirini tekmeliyor, kanın başına toplanan sığırları, damızlık öküzü sürmeye çalışıyordu. Sığırların toplandığı yer, geçen akşam komşularının sığırlarını boğazladıkları yerdi. Özellikle gövdesi büyük olmakla beraber başka zamanlar yumuşak huyluluğuyla bilinen koca öküz tanınır gibi değildi. Onun toynaklarıyla yerden savurduğu kum dönüp yine üstüne yağıyordu. Bu manzara gerçekten korkunçtu. Murat bu manzaradan hem korkuyor, hem büyülenmiş gibi oradan bir türlü ayrılamıyordu. Sonra annesi gelip onu eve soktu. Torununun korktuğunu gören dedesi:
"Sığırlar dünkü sığırın öldürülüşüne ağlaşıyorlar. Sen korkma oğlum onlar birazdan otlağa giderler." demişti.
Murat bu olaydan sonra günlerce geceleri kabus gördü. Dört beş yaşlarındaki çocuk böylece ömründe ilk defa mahiyetini tam anlayamasa da ölümle karşılaşmıştı. Bu olaydan sonra dünyada en korkunç şeyin ölüm olduğu düşüncesi beynine iyice yerleşmişti.

13

Murat uçurumun kenarına iyice yaklaştığını hissetti. Aşağı baktıkça korkusu artıyordu. Ama yukarı, uzaklara baktıkça kanatlarını açacak, uçup gidiverecek gibi görünüyordu. Atılmış yün gibi bulutlar da ayağının altındaydı. Bu manzara rüyaya benziyordu. Korku, bir taşı aşağı attı. Taş tozu dumana katıp, yolundaki bir çok taşı da beraber sürükleyerek aşağı yuvarlandı. Bu sesler olan işlerin rüyadan da ötede bir yerlerde gerçekleştiğini gösteriyordu.
Murat yüzünü göğe çevirip oturdu. Dağın nemli rüzgarı soğuk suya dalmış gibi tesir ediyordu. Bu soğuk sudan çabucak çıkmak, uçurumun kenarından uzaklaşmak istedi. Kuş değilsen uçurumun kenarında işin ne?
"Beni uçurumun kenarına getirme. Bana o hurda arabam yeter. Benim kanatlarımı o kör kuyu kırdı. İyisi mi sen beni kendi halime bırak. Ben artık yaşlandım. Şimdi ne seninle, ne Mommak’la, ne de kör kuyuyla dövüşme hevesim var. Artık durumuma razıyım. Arzugül’ünki de elbette kısmettir. Ben o mektubu versem bile, kim bilir, o bana ne cevap verirdi…"
Bir süre seslerini çıkarmadan oturdular. Dağda esen sert rüzgar onların ince elbiselerini havayla dolduruyor, dalgalandırıyordu. Korku, Murat’ın ağarmaya başlamış saçlarını okşadı. Murat onun elini itti.
"Dikkat et, kır saçlarım cam kırıkları gibidir. Birden ellerini kıyabilir. Çocukluğumun yumuşacık saçlarından kervan göçtü."

14

"Tamam, ben korkaklık ettim. Hem kendimi yaktım hem de Arzugül'ü. Fakat Muhammed Şah'ın Cengiz Han'dan korkuşu bütün bir milleti yaktı."
Yüreğini yakan büyük üzüntüyle bu sözleri söyleyen Murat, gözünü gökyüzünden ayıramıyor, yüzünü Korku’ya çevirmek istemiyordu. O sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi.
"Evet, Muhammed Şah'ı bir türlü rahat bırakmayan, bir defa olsun kılıç sıyırmadan, tek mızrak atmadan yurdunu yuvasını terk edip gitmeye mecbur eden de senden başkası değildi."
Murat, Harezm şahının atlılarıyla birlikte Cengiz Han'dan arkalarında günahları gibi, korkaklıkları gibi tozdan dumandan bir yol bırakarak kaçışlarını yanı başında cereyan ediyormuş da görüyormuş gibi bir duyguya kapılmıştı. Kulakları, gemlerini çiğneyen, acı acı kişneyen, düşmanla cenk etmeyi özleyen atların seslerini işitiyor gibiydi. Muhammed Şah ise hatta altındaki yağız atın ileri ileri atılışından da korkuyordu. Her an onun gözünün önüne Cengiz Han'ın kılıcının boynunu vuruşu geliyordu. Geceleri kabuslarla uyanıp atına atlayan Şah, vatanını kendi ordusundan az askeri olan, atları arabaya koşmasan başka işe yaramayacak, gözleri kızamık yarası gibi ince bir çizgiden ibaret, yumruk kadar Cengiz Han'a bırakıp kaçıyordu.
Murat doğruldu:
"Korkaklığın bütün milletlerin terakkisini asırlarca geri bıraktığını, sil baştan ettiğini biliyor musun? Yalnızca Muhammed Şah'ın ve çevresindekilerin korkaklığı yüzünden medeniyetin en güzel mamurelerinden Merv-i Şah-ı Cihan, Ürgenç yerle yeksan olmadı mı? Nice dev alimlerin kitap karıştırdıkları şeddadi kütüphaneler bir avuç kül olup, rüzgarın önünde tozmadı mı? Ve bütün bunları Cengiz Han değil de Muhammed Şah'ın korkusu yapmadı mı?"
Murat birden var gücüyle yeri yumruklayıp, avazı çıktığı kadar bağırdı:
"Git, gözüme görünme!"
Murat’ın sesi kayalara çarpıp yankılandı. Sonra kütüphanelerin külü gibi parça parça sağa sola savruldu.
Ne zamandır konuşmadan oturan Korku rahat bir sesle konuştu:
"Ben sağır değilim. Sen beni haksız yere suçluyorsun. Muhammed Şah'ın korkaklığı için ben suçlu değilim."
Murat Korku'nun, içinde küçücük de şüphe emaresi olmayan kendinden emin sözlerinde her ne ise anlaşılması zor bir gerçeğin gizli olduğunu anladı. Fakat Murat'ın canı bunları anlamak istemiyordu. Korku'nun hakikatini taşıyamayacağından korktu. Kim bilir, belki de bazı gerçekleri bilmemek bilmekten iyidir. Onun için Murat Korku’ya: “Öyleyse kim suçlu?”demedi. Bununla beraber Murat bu sorusundan ne kadar korksa da kurtulamayacağını biliyordu. Korkunun keyif için yanına gelmediği belliydi. Fakat yine de bu sualin içine girmedi, çalıyı dolaşmayı tercih etti.
Korku gözlerini yerden ayırmadan:
"Herkes beni en büyük ayıbı kabul ediyor. Yüreğinin yarası sayıyor. Siz insanlar cesurluktan hoşlanırsınız. Onun için de bir oğlunuz oldu mu Bahadır, Arslan, Mert, Merdan gibi adlar koyarsınız?"
"Ne yapalım yani, çocuklarımızı “Korkak” diye mi adlandıralım? “Tilki” mi diyelim, “Çakal” mı diyelim?"
Korku hüzünlü bakışlarını Murat'a dikti. Bu bakışlarla onu tepeden tırnağa süzdü. O şimdi Korku’dan gerçekten de korktuğunu bütün varlığıyla anladı. Murat'ın nereye çekeceğini bilemediği bir kara damarı "Ya bunu konuşturma, ya da dinleme. Bu sözlerin sonu iyiye varmaz." diyordu. Korku Murat'a dik dik baktı:
"Biliyorum sen benden korkuyorsun, ama korkacaksan da önce tanı sonra kork. Sürekli beni yüreğinde taşıyarak yaşamanın zor olduğunu ben de bilmiyor değilim."
Ama Murat korktuğunu itiraf etmek istemiyordu. Yumruklarını sıktı. Kaşlarını çattı. Bu hareketlerinde ne de olsa bir yapmacıklığın sırıttığını Murat kendinden saklayamıyordu. Lakin artık yokuş aşağı gidiyordu. Durmak zordu:
"Sen korku iken seni tanımaya çalışıp ne yapacağım. Ben senden korkmuyorum, sadece iğreniyorum."
Sonra birden Murat oturduğu yerden kalktı ve kahkahayla gülmeye başladı. Nice yıldır kendisine gülen Korku'nun karşısına geçip gülmek ona lezzet veriyor gibiydi. Fakat bu yapmacık keyif de uzun sürmedi.
Korku sanki “Seninle konuşmaya da değmez.” der gibi kalktı gitti. Murat'ın istediği de buydu. Onun efelik taslamaktan maksadı; Korku'yu kızdırmak, kendi kendine çekip gitmesini sağlamaktı. bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, diyordu. Ama Korku uzaklaşmaya başlayınca Murat kendini tutamadı.
"Dur, gitme. Ne o? Nasırına mı bastım? Sen adamların kalbine girip onları gölgelerinden bile korkan zavallılara çevirirken iyi de, kendinle alay edilmesine katlanamıyor musun?!"
Murat Korku'nun mahzun gözlerine bakmamaya çalışıyordu. Bütün vücuduyla zangır zangır titrese de sır bildirmemeye, kan yutup kızılcık şerbeti içtim demeye çalışıyordu. İşin tuhafı, ortada korkacak bir durum yoktu. Korku ne ona yükleniyordu, ne de kapalı açık bir tehdit oluşturuyordu. Buna rağmen Murat gövdesinin zangır zangır titremesine engel olamıyordu.
"Hadisene, Cengiz Han’la, Muhammed Şah’la işin ne desene. Köhne arabanla, şehrin o sokağı senin bu sokağı benim dön dur." diye kendi kendine söyleniyordu. Korku onun içini görüyor, aklımdan geçenleri okuyor gibiydi:
"Sana bu sözleri korkaklığın söyletiyor."
Artık Murat'ın geri adım atacak yeri kalmamıştı. Madem gülmeye başladın, güler gibi gülmeliydin. O Korku'yla alay etmek için mi gülüyordu, yoksa kendi korkaklığına mı gülüyordu anlaşılır gibi değildi. Murat şu an hareketlerinden iğrense de iradesini kullanıp kendine engel olamıyordu.
“Hiç Korku’dan da korkulur mu ya hu?”dedi ve daha yüksek bir sesle gülmeye çalıştı. Onun yapmacık gülüşü dağlarda yankılandı. Kendisini sahnede rol yapan bir artist gibi hissediyordu. Korku yine kalktı gitti. Murat yine arkasından koştu. Bir ömür boyu çevresini örümcek ağı gibi çeviren fikirlerinin düğümünü nasıl çözeceğini Korku'nun söyleyeceğini, şimdi korkaklık eder de "İster ağ olsun, ister örümcek; azıcık aşım, kaygısız başım eski minval üzere devam." dese bu dünyada neyin ne olduğunu anlayamadan ölüp gideceğini aklı kesmişti.
"Anlamalı, anlamalı… Bir şeyin aslını anlamaktan korkmak belki de korkuların en kötüsüdür."
Korkunun söyleyeceği hakikate göre, karmakarışık fikirlerin ağında, çıkmaz yollarda sersemleşmiş bir halde ölmenin daha kötü olduğunu düşündü.
"Dur, gitme. Sen gidince gerçekten de benim dünyam alt üst oluyor. Ne olursun beni bırakıp gitme."
Korku bir an durdu ve:
"Sen benim nasıl büyük bir güç olduğumu bilmiyorsun. Namus, vicdan, sevgi, haya gibi insanı insanlık mertebesinde tutan sütunlardan birinin de ben olduğumdan haberin yok."
Murat her ne kadar cesurluk taslasa da kendisinin Korku’dan zayıf olduğunu biliyordu. Korku Mommak değildi. Onu tekrar tekrar kavga çıkararak yenemezdin.
Murat, Korku'nun umurunda bile değildi. Korku taşlık bir yerde durdu. Yerden aşık kadar bir taşı alıyor, üstüne yumruk büyüklüğünde bir taşı koymaya çalışıyordu. Büyük taş küçük taşın üstünde durmuyordu. Sonra taşların yerini değiştirdi. Her şey yerli yerine geldi. Murat Korku'nun söyleyeceğini söylemeden taşlarla oynayıp duruşunu neye yoracağını, nasıl anlayacağını bilemedi. Nihayet Korku başını taşlardan kaldırıp:
"Sen biraz önce Muhammed Şah'ın korkaklığından bahsettin. Bir de Cengiz Han'ın korkaklığını hatırlasana." dedi.
Murat, Cengiz Han'ın ne zaman, nerede korkaklık ettiğini hatırlayamadı. Daha doğrusu onun korkaklık edip etmediğini de bilmiyordu. Onun bazı savaşlarda savaş taktiği olarak, hile yapıp geri çekildiğini duymuştu. O kendi baş komutanını elleriyle boğmaktan bile çekinmemişti. Fakat, acaba o ne zaman kime karşı korkaklık göstermişti?
"Hatırlamıyor musun 'Bana ab-ı hayat bulun ya da yapıp getirin yoksa kellenizi alırım.' diye, alimlerin, müneccimlerim üstüne yürüyüşünü? Hatırlamıyor musun o zalimin, zavallı karısından daha zavallı halde başını onun eteğine koyup ağlayışını?.."

(Devam edecek.)

Yorumlar

Popüler Yayınlar