Korkunun Renkleri 17

Hıdır Amangeldi
Çeviren: Hüdayi Can

(Önceki Bölüm)

Murat arabasıyla şehrin sokaklarında gidiyordu. Korku da yanında, müşterilerin biri gibi ön koltukta oturuyordu. Dışarıdan bir gören olsa Korku'da sıradan insandan farklı hiçbir özellik bulamazdı. Göz ucuyla onu incelemekte olan Murat kendini tutamadı:
"Bu yüzün senin gerçek şeklin mi, yoksa beni korkutmamak için insan şeklinde mi geldin?"
Korku düşünceli bakışını yoldan ayırmadan cevap verdi.
"İnsanlar niçin genellikle gerçekle değil dış görünüşle, özle değil kabukla ilgilenirler? Benim için ne şekilde olduğumun, ne şekilde geldiğimin hiçbir anlamı yok. Sizin gardıroplarınıza astığınız boş elbiselerde bir mana var mı?"
"Anlaşıldı, peki senin aslın nasıldır?"
Korku, dönüp Murat'ın yüzüne baktı ve bütün ciddiyetiyle cevap verdi. Murat'ın Korku'nun konuşurken yüzüne çok seyrek baktığı dikkatini çekmişti ve bunu tuhaf buluyordu.
"Benim özüm insana sevgiden yaratılmıştır."
Murat hiç beklemediği bu cevap karşısında kendini tutamayıp güldü. Sonra da gülüşünün yersiz ve yakışıksız olduğunu anlayıp;
"Bağışla" dedi, "Seni kırmak istemedim. Fakat aklıma, ‘İnsana nefretten de şeytan mı yaratıldı?’ sorusu geldi de kendimi tutamadım."
Korku yine o eski asudeliğine dönmüştü.
"Hayır, şeytan da insana nefretten yaratılmamıştır. İnsan kendine nefreti kendi icat etmiştir."
Yine araya sessizlik girdi. Murat yolda müşteri alıyordu. Onları gitmek istedikleri yerlere götürüyordu. Onların biri bile Korku'nun yanlarında oturmakta olduğunu görmüyordu. Bu bir süre Murat'a ilginç geldi. O yanına binen hiçbir şeyden habersiz ak sakallı ihtiyara;
"Beybaba, şu an yanınızda Korku oturuyor desem, inanır mısınız?" diye sordu. "Fakat siz onu görmüyorsunuz."
İhtiyar, bir an için genç şoförün ne demek istediğini anlayamadı.
"Ne korkusu?"
"Bayağı, bildiğin korku."
Murat Korku'yu ihtiyara nasıl anlatacağını bilemedi. Sonunda evirip çevirip zar zor anlattı. Murat ihtiyara Korku'yu açıklamaya çalışırken bir taraftan da Korku'yu izliyordu. O gayet rahattı. Sanki kendisi hakkında konuşulmuyor gibiydi. En sonunda Murat'ın ne demek istediğini anlayan ihtiyar, ak sakalını sıvazladı, yüksek sesle güldü.
"Hay Allah müstehakını versin. Şunun aklına gelen şeye bakın. Korku, her an, her insanın yanındadır. Şu an sen korkmayabileceksen, sıkıysa arabanı yola bakmadan, ya da gözünü yumarak sür bakalım. Korkudan insana zarar gelmez. Ama bela gelmeden korkup tedbirini almalı, iş işten geçtikten sonra korkunun da faydası olmaz." dedi.
Murat saflığa vurup:
"Her zaman zangır zangır titreyerek mi yaşamalıyız yani?"
"Oğlum, korkulacak şeyi, korkulmayacak şeyi de dost seçer gibi dikkatle seçmek gerekir."
Murat yine kendi düşüncesinde ayak diriyordu.
"Korku bir geldikten sonra senin tanımanı, seçmeni bekler mi? Arkandan arslan gibi bir köpek atılırken korkayım mı korkmayayım mı diyebilir misin?"
İhtiyar yine sesli sesli güldü.
"Oğlum, kavşağı geç de ineyim. Ben geldim. Sen bir köpekten korkusuna zangırdayıp duran adamı mı soruyorsun? Hah, burada dur. Onun gibi adamlara korkak derler. Korkaklar hakkında tekrar karşılaşırsak konuşuruz." dedi. "Bu kadar yeter mi?" diye bir miktar para uzattı. Arabadan inecek gibi eden ihtiyar birden, biraz durdu ve:
"İnsanlar, karısından, zenginliğini, makamını kaybetmekten, amirinden korkup… Sıra Allah'a gelince korkmadan yaşarlarsa bu dünyanın karman çormanlığı değişmeden devam eder gider." dedi.
"İlahi, beybaba. Sizde laf da çokmuş amma ne yapalım çabuk indin."
İhtiyar indikten sonra başka bir müşteri bindi. O, Murat'ın korkudan söz açmasına:
"İnsanların tek derdi var, bir kuruşunu iki etmek. Sen de tutmuş korkudan bahsediyorsun." dedi. Gerçekten de bir yere ya da bir şeye acele ediyor, acelesinden eli ayağına dolaşıyordu. Korku aklına gelecek gibi değildi. Murat o müşteriyi gideceği yere bırakıp, kendi kendine; "Hadisene, korku ile paranın ne ilgisi var. Korku başka mesele, kazanç başka mesele..." dedi. Sonra da "Yoksa öyle değil mi?" diye düşündü. Başka biri:
"Zaten korka korka bu hallere düştük. Bir de sen korkudan bahsetmesen olmaz mı? İnsanı aciz bir mahluk eden o korkudan başkası değildir." dedi. Ona o nefret ettiğin Korku şu an yanı başında oturuyor desen dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecek sanırdınız. Murat bu fikrini hemen değiştirdi. "Çok yüksekten atıyor ama belki de tam tersine kaçacak delik arar." dedi.
Murat yine orta yaşlı bir adama;
"Acaba ölüm mü korkunç, ölüm korkusu mu?" diye sordu. O:
"Ölümden korkuşumuz, ölümün kendisinden daha beter olmalı." dedi. Bir başka ihtiyar ise;
"Belki de ölümün gerçek yüzünün yanında korkumuz hiçbir şey değildir." diye cevap verdi. Murat onların hangisine doğru diyeceğini bilemedi. En sonunda bizzat Korku'ya sordu. Korku:
"Cengiz Han mı korkunç, Muhammed Şah'ın korkusu mu? Ölüm de öyledir. Ondan insanın korkuşu daha korkunçtur." dedi. Murat Korku'nun bu sözlerine karşı çıktı:
"Sen ne bileceksin, hiç ölüm acısı tattın mı?"
Korku gülümsedi.
"Sen boş yere beni suçlama. Her korkağın korkaklığından ne Korku mesuldür, ne de ölüm."
Murat yine kendini tutamadı:
"Öyleyse kim mesul?"

(Devam edecek.)

Yorumlar

Popüler Yayınlar