Korkunun Renkleri 22-23

Hıdır Amangeldi
Çeviren: Hüdayi Can

(Önceki Bölüm)

22

Murat yine ıssız bir yere geldi. Ötede yere atılmış bıçaklar gibi parlayan raylar uzanıyordu. Murat'ın gözüne bir mezar ilişti. O noktada da çakıldı kaldı. Mezar sanki sarsılıyor, ileri geri hareket ediyor, yattığı yerde rahat edemiyor gibiydi.
"Bu kimin mezarı?"
"Göktepe şehidi Çoban Kir'in."
"O ne diye yattığı yerden, yeri sarsıyor."
"Yanından tren geçtiği için sarsılıyor…"
Gerçekten de ilerden geçtiği yeri sallayan bir tren geliyordu. Onun ne getirdiği, neyle geldiği belli değildi. Fakat ağır olmalıydı. Gürültüsü ta uzaktan duyuluyordu. Namus için, ar için, vatan için başını koyan Çoban Kir de aynı şekilde, mütemadiyen yeri sarsıyordu, yerle birlikte titriyordu… Batı medeniyetinin sembolü gibi görünen tren mi mezarı sallıyordu, yoksa o trenin geçişi yüzünden, ona engel olamadığı için mezarın kendisi mi titriyordu, anlaşılır gibi değildi.

23

Birden bire Murat’ın gözünün önünden başlarındaki örtüleri ateşe atan Türkmen kadınları bir belgeselin kareleri gibi geçmeye başladı. Geceydi. Ortada büyük bir ateş yanıyordu. "Kahrolsun geçmişin köhne kalıntıları." diye sloganlar yazılmış büyük pankartlar ateşin aydınlığıyla daha net görünüyordu. Yanan bezlerin kötü kokusu çevreye yayılıyordu. Bu işi yapanın da, yaptıranın da, seyredenlerin de yüreklerinde büyük bir korku ve endişesi baş göstermeye başlamıştı. Herkes endişeliydi. Köyde bozukluğuyla tanınmış üç beş genç ortalıkta cirit atıyorlardı. Şehirden bu iş için özellikle gönderilen propagandacı toplanan kalabalığın önünde:
"Kadın erkek eşittir! Biz ne fakir fukaranın hakkının yenmesine göz yumacağız, ne de kadın kızın! Kolhozlar kuracağız! Komsomol düğünleri yapacağız! Artık şu ana kadar boynumuzda boyunduruk gibi taşıdığımız ‘Bedevi Türkmen’ yaftasından kurtulma zamanı geldi…" diye var gücüyle bağırarak nutuk atıyordu. Ateşin alevleri gittikçe güçleniyor, gittikçe yükseliyordu. Bu ateş Murat'a, başını karısının eteğine koyup ağlayan Cengiz Han'ın yakıp yıktığı şehirlerin, kütüphanelerin ateşini hatırlattı. Nutuk atan propagandacının gözleri de bu ateş gibi alev alev yanıyordu. Karşısına çıkacak her şeyi yakıp yıkmaya hazırdı. Gözlerinde korkudan, endişeden nam nişan yoktu. Propagandacının:
"Yaşasın bolşevikler partisi!" diye bağırdığını komşu köyde gece su tutmakta olan, bu olanlardan habersiz adamlara varıncaya kadar herkes duymuştu. Onlar: "Acaba bu ses de nereden geliyor, yoksa gök de 'Yaşasın bolşevik!' diye bağırmaya mı başladı? Yoksa bu kıyamet alameti mi?' diyerek birbirlerine hissettirmeden içlerinden kelime-i şehadeti getirmişlerdi.
Bolşeviği dinlesin diye toplanan büyük kalabalık gözlerini ne ateşten ne de bolşeviğin gözlerinden ayırabiliyor, olanları büyülenmiş gibi seyrediyordu.
Dikenli tel, gözü yaşlı ihtiyarın sakalının kesilişi, Oraz Hoca'nın kör kuyuya itilişi, kadınların baş örtülerini çıkarıp ateşe atışları, kulakları sağır edecek kadar açılan müziğin altında yapılan kız erkek karışık komsomol düğünleri, cesediyle yeri titreten Çopan Kir'in mezarı… Hepsi birden Murat'ın gözüne göründü. Bu korkunç manzarayı seyrettikçe, o korkunç kör kuyudan daha dehşet verici, daha karanlık, dibi görünmeyen derin bir "kör kuyu"ya düşüyor gibi oldu. O, gerçekten daha gerçek, korkunç bir kabustan uyanır gibi birden doğruluyordu. Bağırıyordu. Ama sesini kendisine bile duyuramıyordu. Yapışabileceği hiçbir şey yoktu. Kuyunun duvarlarına yapışmaya çalıştıkça üstüne kum dökülüyor, elleri kayıyordu. Kör kuyunun duvarlarında sadece Murat'ın tırnaklarının izi kalıyordu. O bu dipsiz kuyunun, korktuğu kuyu olduğunu anladı. Şimdi bu kuyudan onu ne arkadaşları, ne de köyden gelecek büyükler kurtarabilirlerdi. Belki, kim bilir, dedesi de "Ölüm aklımdadır, korku gözümde" diye fısıldarken hayatın yüzünde bu kuyunun şeklini görmüştür. Dedesi ağır hasta yatarken:
"Oğlum, ben ölümden korkmuyorum. Eninde sonunda ölmem gerektiğini aklım kesiyor. Yaşım neredeyse doksana ulaşacak. Bu dünyaya kazık çakacak değilim. Fakat başka bir şeyden korkuyorum ki, ne olduğunu anlatamıyorum." dediğinde Murat kendi kendine "Kabre girmekten korkuyordur." diye düşünmüştü. Onun çocuk aklının ölümde gördüğü şey kabirle noktalanıyordu. Bugün ise dervişin: "Bir korku vardır, korkuların padişahı. O da Allah benden yüz çevirirse ne yaparım korkusudur... Hu, Hak... Hu, Hak..." diye yürüyüşü, sakalını gömen gözü yaşlı ihtiyarın: "Ya Rab, sakalım kesilip atıldı, ama ne olur hiç olmazsa senden korkum kesilip atılmasın. Ey Yaratan, sana olan korkumuz kesilip atılmışsa da aciz yaratıklar oluşumuza verip bizi affet. Her ne kadar biz senden uzak isek de sen bizden uzaklaşma." diye ara vermeden kendi kendine mırıldanışı onda yeni duygular, yeni düşünceler uyandırmıştı. Bu dipsiz kör kuyuya düşerken onun kalbinde başka bir korku uyanıyordu.

Yorumlar

Popüler Yayınlar