TABUT
Çeviren: Hüdayi Can
Benim dedem vardı, dedemin de tabutu. Onun ne zaman, hangi şartlarda bir tabut çaktığını bilmiyorum, ama ben dedemin bir tabutu olduğunu biliyorum. Dut ağacından yapılan o sağlam tabut bizim bodrumda dururdu. Geceler bir yana, hatta gündüz öğlen vakti bile bodruma girmem gerekse, olmadık şeyler aklıma gelir, tüylerim diken diken olurdu.
En kötüsü de o tabut bende insanın aklına gelebilecek en can sıkıcı, en kederli fikirlerin uyanmasına neden olurdu. Şehrin koca bir semtinde bizden başka hiç kimsede tabut olmadığı için onun müşterisi de çok olurdu. Bazen iki üç kişinin gelip istediği bile olurdu.
Elimizde tuttuğumuz bu tuhaf eşya için ne sevineceğimi bilirdim ne üzüleceğimi. Tabutun müşterileri sık sık kapımızı çalıp durdukları için, ben “Bu insanlar da sadece ölüyorlar arkadaş.” diye düşünürdüm.
Bu tabut evimizde bulunmaya başladıktan sonra dedemle babam arasında büyük küçük çatışmalar da çıkmaya başladı.
“Baba, sevap kazanmanın başka yolu yok mu ya?” diye, dedemi üzmeyecek şekilde dikkatli bir üslupla konuşurdu babam.
“Yerimiz dar değil ya oğlum!” diyen dedem sakalını sıvazlardı. “Yol üstünde durup ayağına takılacak da değil. O bodrumda.”
“O da doğru ama…”
“O zaman, aması ne?”
“Evin bir yerinde tabut olunca, bugün yarın ecel gelip yakandan tutuverecekmiş gibi geliyor.”
Dedem bunun üzerine hafifçe gülümserdi:
“İyi olur, oğlum, iyi olur, ara sıra ölüm hakkında düşünmek de faydasız değildir.” derdi. “Sonra sen de biliyorsun, bu civarda kimsede tabut yok.”
Konuşma burada biterdi.
Kapı desen aynı şekilde çalınıp duruyor.
Götürülürken üstünde hafif bir toz tabakası biriken tabutumuz geri geldiğinde, silinmiş temizlenmiş olurdu. Mavimsi rengiyle adeta parlardı.
Babam aradan bir zaman geçtikten sonra yine dedeme söylenirdi:
“Baba, diyorum ki, bu evde tabut bulundurman iyi niyet mi?”
“İyi niyet mi, kötü niyet mi, orasına kendin karar ver. Fakat insan dediğin sen istesen de ölür, istemesen de. Ahalinin işine yarayacak şeyin sevimsiz de olsa, bulundurmak fena olmaz. İşte ben yarın bir gün ölürüm. O zaman ne yaparsın? İki tane yassı dilmenin üstünde yıkayıp, sonra ona koyup yolcu ederim mi diyeceksin?”
Dedemin kızmaya başladığını anlayan babam yine geri çekilirdi.
İnsanlar desen, aynı şekilde gelir dururdu.
Zaman zaman dedem tabutu bahçeye çıkarıp, salıncak tamir eder gibi, gevşeyen çivilerini sağlamlaştırırdı; eğer renginin solduğunu düşünürse alır, bir güzel boyardı.
Böyle sevgiyle tabutu tamir eden dedeme ne diyeceğimi bilemezdim: “Sanırım onun bütün duyguları ölmüş.” diye geçirirdim içimden.
Bahar geçti yaz, yaz geçti güz geldi. Ağaçların sararan yaprakları öyle gönülsüz dökülüyordu ki, sanki onlar, hiç değilse, ölümden önce havada biraz daha kalalım der gibiydiler.
Bir gün babam eve sarhoş geldi. Dedemden izinsiz tabutu bodrumdan çıkardı ve onu baltayla paramparça etti:
“Kim edinecekse, o edinsin. Ben daha fazla bu cezaya dayanamayacağım.”
Pencereden bakan dedemin öfkeli sesini işittim:
“Seni gidi köpoğlu!”
O bundan başka bir şey de söylemedi. İçini çekip, olduğu yere çöktü. Pencerenin arkasında onun ne halde olduğunu bilmiyorum, bilmediğime de şükrediyorum.
… Sonbaharın kesintisiz yağmurları gibi, tabut lazım olanlar da sürekli kapıyı çalmaya devam ediyordu. “Tabut yok.” cevabını duyunca, onlar yağmurun altında nereye gideceğini bilemez, telaşlı halde şimdi ne yapacaklarını konuşurlardı. “İşte, bu iyi olmadı.” diye söylenirlerdi.
Bu durumu görünce dedem utancından yer yarılsa içine girecek gibi olurdu. Üzüntüsünden omuzları çöker, küçücük kalırdı. Sonra babamın yüzüne öfkeyle bakar, bir şey demeden odasına geçerdi.
Çok zaman geçmeden yaşı seksene yaklaşan dedemin hali kötüleşmeye başladı. Yatağından çıkamayan dedem artık abdestini bile yatağında bozmak zorunda kalıyordu. Onun artık kalkamayacağını anlayan babam hısım akrabaya, eşe dosta haber saldı: vedalaşmak istiyorsanız geç kalmayın!
Gelmesi gerekenler gelince, dedem uzun süre acı çekmeden canını teslim etti.
Merhum akşamleyin vefat etmişti, ertesi gün erkenden defnedilmesi uygun görüldü. Sabah ortaya çıkacak sorundan kimsenin haberi olmadığı için babam zaman geçirmeden dedemin kardeşine, ailemizin büyüğüne bizde tabutun olmadığını söylemek zorunda kaldı. Ona da şükür.
Büyükler, tabut bulmak için sağa sola dağıldı. Gece yarısına kadar evinde tabut olabileceği düşünülen herkesin kapısı çalındı. Her giden eli boş geliyordu. “Ya, demek herkes babam gibi düşünüyor olmalı: o uğursuz şeyi bulundurmayalım. Lazım olsa, birinde değilse öbüründe, nasıl olsa bulunur, demişlerdir.” diye geçirdim içimden.
Koca şehirde tabut yoktu…
Sonunda sabaha yakın, iyi kalpli bir adam kapımızın önünde arabasını durdurdu da içeri bağırdı:
“Hadi, bir iki adam çıksın dışarı!”
Avluya rengi sararmış, tahtaları gevşemiş bir tabut getirdiler. Ele güne karşı, buna da şükür!
Kuşluk vakti, dedemi tabuta koyup yola düştük.
Ben daha önce de bu yoldan kim bilir kaç kez geçmiştim. Ama bu yol hiçbir zaman bu seferki gibi yakışıksız, tuhaf görünmemişti gözüme. Ellerin üstünde gıcırdayan çirkin tabutta yatan dedem, sanki şimdi başını kaldırıp:
“Oğlum, bana çekiç, çivi filan getir, boya getir. Bu tabutu fabrikadan çıkma ediverelim.” diyecek gibiydi.
… İnsan son yolculuğunda incinmeyecek şekilde, tabutlar sağlam olmalı.
Sonra birden lazım oluyor.
tabut tapusundan hazzetmeyen adam, ezizov'un babası. tabutu olmadan göç etti bu diyardan, tabut sahibi / tapulu adam, ezizov'un babasının babası :)
YanıtlaSil