MAHTUMKULU’NUN ELİFNAMESİ VE ŞİİRDE GEÇEN TASAVVUFİ KAVRAMLAR
Hüdayi CAN
Elifnâme, “elif”ten başlayıp “ye”ye kadar, her harf ile başlayan bir mısra, beyit ya da dörtlük yazılarak meydana getirilen manzumelere verilen isimdir. Anadolu coğrafyası Türk edebiyatında gerek halk ve tasavvuf edebiyatında gerek divan edebiyatında örneklerini gördüğümüz elifâmeler; kardeş Türkmen edebiyatı için de değişik içerik ve biçimlerde karşımıza çıkan manzumelerdir.
Türkmen sahasında belki de ilk Elifname Nurmuhammed Andalib’in Elifnamesidir. İnceleme imkânı bulduğumuz diğer elifnâmeler ise Mahtumkulu’dan sonra yazan ve onun edebi mektebine dahil olduğunu söyleyebileceğimiz Kemine, Marufî, Berdinazar gibi şairlere aittir. Hatta anonim halk edebiyatı türlerinden olan “yar-yar” biçiminde söylenmiş elifnameler de vardır. Bu manzumeler içinde Mahtumkulu’nun şiiri tasavvufi muhtevası ve derinliğiyle temayüz etmektedir.
Elif harfine “Hamd”la başlayan şiir, insanı muhasebeye çağırmakta; daha sonra seherlerde gafletle yatmamayı hatırlatmakta, âlemdeki her şeyde Allah’ın kudret eserlerini görmeyi anlatmakta ve “ye” harfinde yalancı dünyanın işinin aldatmak olduğunu bir kez daha hatırlatarak alfabeyi tamamlamaktadır.
Mahtumkulu’nun birçok tasavvufî şiiriyle birlikte bu şiiri de okumaktan mananın insanı irfani bir mertebeye yükseltmek olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Şimdi, öncelikle Mahtumkulu’nun Elifnamesinin çok az müdahaleyle Türkiye Türkçesine yaklaştırılmış metnini sizinle paylaşacak, sonra da elimden geldiğince şiirde geçen tasavvufi kavramlardan ve bunların birbiriyle ilişkilerinde bahsedeceğim.
“Elif” evvel ibtida, hamdin yetir Huda’ya.
“Be” boş durma kulluk et, düşsen derd ü belaya.
“Te” tur hab-ı gafletten, ömrün gelmiş orağa.
“Se” semerdir, dikkat et. “Cim” cehd eyle silaha.
“Ha” hilmin hürmetine, rahm et ben bî-nevâya.
“Hı” hayret-i âlemi benden özge kim eyler?
“Dal” derdime devayı, senden özge kim eyler?
“Zel” zerre-yi günah var, “rı” rahmin merhem eyler.
“Ze” zor eylese aşkın, küllisin berhem eyler.
“Sin” seherler bîdar et, pay gözleri hüşyara.
“Şın” şevkine düşenler, “sad” sabredip durmazlar.
“Zad” ziyanı anlayanlar, yürürler, yorulmazlar.
“Tı” taleb-i dîdârın, ârâm karar kılmazlar.
“Zı” zahirdir, “ayn” ilmin, bildirmesen bilmezler.
“Gayn” gaflet içinde koyma beni firağa.
“Fe” fikrini kılana, “kaf” kudretin yetmez mi?
“Kef” “kün” dediğin binaya, “lam” lem’atin yetmez mi?
“Mim” mâna anlayana, “nun” nimetin yetmez mi?
“Vav” vaslına erenedek, “he” hicretin yetmez mi?
“Lam elif” yok itibar, dünya-yı bî-vefaya.
"Ye” yalancı dünyanın, işi hile-âl iledir.
Alıp görüp kıvanma, dibi zevâl iledir.
Çarhın işi her zaman, bir ayrı hal iledir.
Mahtumkulu bir gönlüm, yüz bin hayal iledir.
İşim âsân etmezsen, döner ala’s-salaha.
Şiirde geçen hamd, dert, bela, hab-ı gaflet, semer, cehd, hilm, rahm, aşk, şevk, sabr, ziya, taleb-i dîdâr, zahir, ilm, fikr, vasl, kün, lem’a, mana, vasl, hicr, dünya-yı bîvefâ, çarh gibi kelime ve tamlamalar ciddi bir dini tasavvufi birikim ve tecrübeden haber vermektedir.
Şimdi şiiri bu tabirleri biraz açarak baştan tekrar okumaya çalışalım.
“Elif” evvel ibtida, hamdin yetir Huda’ya.
Mahtumkulu şiire hamdi tavsiye ederek başlıyor. Nasihatın elifi, evveli, ibtidası, başı Allah’a hamdi tavsiye etmek. Burada belki Fatiha suresinin de hamdle başladığını hatırlatmakta fayda vardır.
“Be” boş durma kulluk et, düşsen derd ü belaya.
Sonra boş durmamak, kulluk etmek geliyor. İnsan dünyaya kulluk için gönderildi. Bu mısrayı okurken kulluk kelimesinin bizdeki ubudiyet anlamından başka Türkmencede hizmet anlamında da kullanıldığını hatırlatmak lazım. Malum sufiler hizmeti de en az sohbet kadar belki daha değerli bir mertebe kat etme yolu kabul ederler. Derde, belaya düşsen de kulluk et veya derde belaya düşsen kulluk et. Burada ayrıca bela kelimesiyle elest bezmi arasında da bir ilişki kurulabilir.
“Te” tur hab-ı gafletten, ömrün gelmiş orağa.
Tur; uyan, kalk demek. Gaflet uykusundan uyan, bak ömrün orağa gelmiş. Ölüm yaklaşmış. Her gelecek yakındır ve ölüm her an gelebilir. Bu mısrada açıkça “Dünya ahiretin tarlasıdır.” hadisine gönderme var. Ey insan! Boş durma, gafletten uyan, henüz yaşıyorken, vakit varken, ekmeye bak.
“Se” semerdir, dikkat et.
Semer, meyve demek. Orağa gelen ekin, toplanacak meyve; dünya tarlasının mahsulü. Bu mısrada da yukardaki düşünce daha güçlü vurgulanıyor.
“Cim” cehd eyle silaha.
Madem öyle silahı al mücahedeye başla. Elbette nefsi gafletten uyarıp ömrün meyvesine dikkat etmesini sağlamak için büyük cihada, nefisle mücahedeye ihtiyaç vardır.
Bendin ilk dört dizesinde bir müridine, öğrencisine veya okura seslendiğini düşündüğümüz Mahtumkulu’nun, beşinci dizeyi okuyunca öncelikle ve bilhassa nefsini muhatap kabul ettiğini fark ediyoruz. Çünkü beşinci mısrada hitap doğrudan Allah’adır.
“Ha” hilmin hürmetine, rahm et ben bî-nevâya.
Ey Allah’ım, ben zavallı bir kulunum, sen Halim’sin, hilmin hürmetine rahmetinle muamele et.
İkinci bende başlarken parantez içinde olmak kaydıyla başka bir meseleden bahsedeceğim. Aynı tamlama, görme imkânı bulduğum iki metinden birinde “hasretli elemi” diğerinde “hayret-i âlemi” şeklinde okunmuş, ben ikincisini tercih ettim ama aslında ikisi de yanlış. Çünkü hem hasret hem hayret “hı” değil “ha” harfiyle başlıyor. Belki divanın başka baskılarında bu problem çözülmüştür. Hayret “hı” ile yazılsa hayır, iyilik anlamına gelebilir ama bağlama en uygun olan yine de şaşırma anlamındaki hayrettir.
“Hı” hayret-i âlemi benden özge kim eyler?
İnsan âlemi görür ve hayret eder. İnsan âlemi görür, tefekkürle Yaradanı bulur. Burada kâinatın yaratılış hikmetini izah eden ve tasavvuf edebiyatında üzerinde çok durulan “küntü kenzen” hadisine bir işaret olduğu söylenebilir.
“Dal” derdime devayı, senden özge kim eyler?
Derdin devası “O”dur. Her derdin devası ondandır. Aslında Niyazi’nin “Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş” dediği gibi onun hasretiyse, onun aşkıysa dert, bu dert aynı dermandır.
“Zel” zerre-yi günah var, “rı” rahmin merhem eyler.
Zerre miskal şer de işlense hasabı var. Dolayısıyla hiç kimse hesaptan kurtulamaz. O zaman kula düşen Allah’ın adaletinden rahmetine sığınmaktır.
“Ze” zor eylese aşkın, küllisin berhem eyler.
Ama Allah aşkı öyle güçlü bir iksirdir ki kul değil zerre kadar, dağlar kadar günah da işlese hepsini darmadağın edebilir.
“Sin” seherler bîdar et, pay gözleri hüşyara.
Bunun için de seher vakti uyanık kalmak, zikirle niyazla meşgul olmak gerekir. Mahtumkulu’nun başka bir şiirinde dediği gibi yüzünü yaşlarla yıkamak gerekir. Çünkü seher vakti verilen ihsanlardan gözleri açık olanlar, o an uykuda olmayanlar pay alabilecektir.
“Şın” şevkine düşenler, “sad” sabredip durmazlar.
Şevk çok önemli tasavvuf terimlerinden biridir. Allah’ın şevkine düşenler, artık yerinde duramaz, derviş olup yollara düşerler.
“Zad” ziyanı anlanlar, yürürler, yorulmazlar.
O şevk sayesinde hiç yorulmadan yürürler, çalışırlar, cehdederler. Bu şevki onlara kazandıran da Allah’ın ziyasını, kaynağı kendisi olan ışığını anlamış olmalarıdır.
“Tı” taleb-i dîdârın, ârâm karar kılmazlar.
Çünkü onlar “rüyet” aşkına düşmüşlerdir. Bu aşk, bu şevk onların durmadan ilerlemelerini, kazandıkları mertebeyle yetinmemelerini, yerlerinde duramamalarını netice vermiştir.
“Zı” zahirdir, “ayn” ilmin, bildirmesen bilmezler.
O’nun ilmi açıklardan açıktır ama kendisi bildirmezse kimse bilemez. Yine Niyazi’nin dediği gibi “Hak’tan âyân bir nesne yok / Gözsüzlere pinhan imiş.” İlk dört mısrada Allah’a seslenen Mahtumkulu bu bendi de dua ile tamamlıyor.
“Gayn” gaflet içinde koyma beni firağa.
Senin ilmin zahirdir, şevkine düşen, didarını talep eden yerinde duramaz ama bütün bunlara rağmen gaflette olanlar var Allah’ım, beni de öyle gaflet içinde bırakıp da ayrılık ateşiyle yakma. Herşeyden önce gafletten uyanmayı nasip et. Beni gözsüzlerden eyleme.
Dördüncü bentte şair gafleti dağıtacak, daimî huzur verecek tefekküre işaret ediyor.
“Fe” fikrini kılana, “kaf” kudretin yetmez mi?
Seni düşünen, anlamaya çalışan kudretine baksın. Herşeyin senin kudretinle, senin kudretinden olduğuna baksın. Bu mısraya kudret kelimesinin Türkmencede mucize anlamına da geldiğini bilerek bakmakta fayda var. O zaman senin yarattığın herşey bir mucize, bir ayettir, şeklinde de okuyabiliriz bu mısrayı.
“Kef” “kün” dediğin binaya, “lam” lem’atin yetmez mi?
Bu kâinat binası senin “kün” emrinle vücut buldu. Ol dedin, oldu. Yine senin her an isimlerinle, sıfatlarınla tecelli etmen sayesinde varlığını devam ettiriyor. Varlık, kudretinle var oldu, kayyumiyetinle ayakta.
“Mim” mâna anlayana, “nun” nimetin yetmez mi?
Aslında afaki tefekkürle zihni çok dağıtmaya da gerek yok, mana anlayan kişiler sadece senin kendilerine verdiğin nimetleri düşünseler, bu bile seni tanımalarına yeter.
“Vav” vaslına erenedek, “he” hicretin yetmez mi?
Bütün bunlar böyleyken, insan senin ayrılığına nasıl dayanabilir? Bu dünyada sadece vazifemiz olduğu için yaşayabiliriz. Çünkü sana kavuşmanın yolu da bu hicrana, bu ayrılığa katlanmaktan, dünya tarlasını hakkıyla ekip biçmekten geçiyor.
“Lam elif” yok itibar, dünya-yı bî-vefaya.
Elbette bu vefasız dünyaya sırf dünya için yapışılmaz, itibar edilmez. Olsa olsa bu ayrılık yurdundan layıkıyla kurtuluşa vesile olacağı, vuslat kapısı olduğu için yapışılır.
“Ye” yalancı dünyanın, işi hile-âl iledir.
Dünya yalancıdır, işi hileden ibarettir. Bu cümlede anlatılan bir bakıma “Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir.” (En’am/ 32) ayetinin ve benzer ayetlerin meali olarak da okunabilir.
Alıp görüp kıvanma, dibi zevâl iledir.
Bu dünyayı kazandım, elde ettim diye sevinme. Daha baştan zevale mahkûm edilmiştir.
Çarhın işi her zaman, bir ayrı hal iledir.
Bu dünya dönektir, dünyayı bazen kazanırız, bazen kaybederiz, bazen fakirlikle bazen zenginlikle sınanırız. Bunlara takılma.
Mahtumkulu bir gönlüm, yüz bin hayal iledir.
İnsanın bir gönlü olsa da hayali binlercedir. İnsanın arzusu, isteği bitmez. Kalp de durmadan değişir. Hep aynı duyguda aynı hassasiyette tutmak mümkün değildir. Zaten adı onun için kalptir ve onun için Allah resulü “Kalbimi dininde sabit kıl.” demiş, bu duayı ümmetine öğretmiştir.
İşim âsân etmezsen, döner “ala’s-salah”a.
Öyleyse Allahtan işimizi kolay kılmasını dilemek, kalbimizi hep hayır üzre sabit etmesini istemek lazım. Olmazsa da başka gidecek yer yok, yine namaz üzere, taat üzere onun kapısında durmak lazım.
Elifnâme, “elif”ten başlayıp “ye”ye kadar, her harf ile başlayan bir mısra, beyit ya da dörtlük yazılarak meydana getirilen manzumelere verilen isimdir. Anadolu coğrafyası Türk edebiyatında gerek halk ve tasavvuf edebiyatında gerek divan edebiyatında örneklerini gördüğümüz elifâmeler; kardeş Türkmen edebiyatı için de değişik içerik ve biçimlerde karşımıza çıkan manzumelerdir.
Türkmen sahasında belki de ilk Elifname Nurmuhammed Andalib’in Elifnamesidir. İnceleme imkânı bulduğumuz diğer elifnâmeler ise Mahtumkulu’dan sonra yazan ve onun edebi mektebine dahil olduğunu söyleyebileceğimiz Kemine, Marufî, Berdinazar gibi şairlere aittir. Hatta anonim halk edebiyatı türlerinden olan “yar-yar” biçiminde söylenmiş elifnameler de vardır. Bu manzumeler içinde Mahtumkulu’nun şiiri tasavvufi muhtevası ve derinliğiyle temayüz etmektedir.
Elif harfine “Hamd”la başlayan şiir, insanı muhasebeye çağırmakta; daha sonra seherlerde gafletle yatmamayı hatırlatmakta, âlemdeki her şeyde Allah’ın kudret eserlerini görmeyi anlatmakta ve “ye” harfinde yalancı dünyanın işinin aldatmak olduğunu bir kez daha hatırlatarak alfabeyi tamamlamaktadır.
Mahtumkulu’nun birçok tasavvufî şiiriyle birlikte bu şiiri de okumaktan mananın insanı irfani bir mertebeye yükseltmek olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Şimdi, öncelikle Mahtumkulu’nun Elifnamesinin çok az müdahaleyle Türkiye Türkçesine yaklaştırılmış metnini sizinle paylaşacak, sonra da elimden geldiğince şiirde geçen tasavvufi kavramlardan ve bunların birbiriyle ilişkilerinde bahsedeceğim.
“Elif” evvel ibtida, hamdin yetir Huda’ya.
“Be” boş durma kulluk et, düşsen derd ü belaya.
“Te” tur hab-ı gafletten, ömrün gelmiş orağa.
“Se” semerdir, dikkat et. “Cim” cehd eyle silaha.
“Ha” hilmin hürmetine, rahm et ben bî-nevâya.
“Hı” hayret-i âlemi benden özge kim eyler?
“Dal” derdime devayı, senden özge kim eyler?
“Zel” zerre-yi günah var, “rı” rahmin merhem eyler.
“Ze” zor eylese aşkın, küllisin berhem eyler.
“Sin” seherler bîdar et, pay gözleri hüşyara.
“Şın” şevkine düşenler, “sad” sabredip durmazlar.
“Zad” ziyanı anlayanlar, yürürler, yorulmazlar.
“Tı” taleb-i dîdârın, ârâm karar kılmazlar.
“Zı” zahirdir, “ayn” ilmin, bildirmesen bilmezler.
“Gayn” gaflet içinde koyma beni firağa.
“Fe” fikrini kılana, “kaf” kudretin yetmez mi?
“Kef” “kün” dediğin binaya, “lam” lem’atin yetmez mi?
“Mim” mâna anlayana, “nun” nimetin yetmez mi?
“Vav” vaslına erenedek, “he” hicretin yetmez mi?
“Lam elif” yok itibar, dünya-yı bî-vefaya.
"Ye” yalancı dünyanın, işi hile-âl iledir.
Alıp görüp kıvanma, dibi zevâl iledir.
Çarhın işi her zaman, bir ayrı hal iledir.
Mahtumkulu bir gönlüm, yüz bin hayal iledir.
İşim âsân etmezsen, döner ala’s-salaha.
Şiirde geçen hamd, dert, bela, hab-ı gaflet, semer, cehd, hilm, rahm, aşk, şevk, sabr, ziya, taleb-i dîdâr, zahir, ilm, fikr, vasl, kün, lem’a, mana, vasl, hicr, dünya-yı bîvefâ, çarh gibi kelime ve tamlamalar ciddi bir dini tasavvufi birikim ve tecrübeden haber vermektedir.
Şimdi şiiri bu tabirleri biraz açarak baştan tekrar okumaya çalışalım.
“Elif” evvel ibtida, hamdin yetir Huda’ya.
Mahtumkulu şiire hamdi tavsiye ederek başlıyor. Nasihatın elifi, evveli, ibtidası, başı Allah’a hamdi tavsiye etmek. Burada belki Fatiha suresinin de hamdle başladığını hatırlatmakta fayda vardır.
“Be” boş durma kulluk et, düşsen derd ü belaya.
Sonra boş durmamak, kulluk etmek geliyor. İnsan dünyaya kulluk için gönderildi. Bu mısrayı okurken kulluk kelimesinin bizdeki ubudiyet anlamından başka Türkmencede hizmet anlamında da kullanıldığını hatırlatmak lazım. Malum sufiler hizmeti de en az sohbet kadar belki daha değerli bir mertebe kat etme yolu kabul ederler. Derde, belaya düşsen de kulluk et veya derde belaya düşsen kulluk et. Burada ayrıca bela kelimesiyle elest bezmi arasında da bir ilişki kurulabilir.
“Te” tur hab-ı gafletten, ömrün gelmiş orağa.
Tur; uyan, kalk demek. Gaflet uykusundan uyan, bak ömrün orağa gelmiş. Ölüm yaklaşmış. Her gelecek yakındır ve ölüm her an gelebilir. Bu mısrada açıkça “Dünya ahiretin tarlasıdır.” hadisine gönderme var. Ey insan! Boş durma, gafletten uyan, henüz yaşıyorken, vakit varken, ekmeye bak.
“Se” semerdir, dikkat et.
Semer, meyve demek. Orağa gelen ekin, toplanacak meyve; dünya tarlasının mahsulü. Bu mısrada da yukardaki düşünce daha güçlü vurgulanıyor.
“Cim” cehd eyle silaha.
Madem öyle silahı al mücahedeye başla. Elbette nefsi gafletten uyarıp ömrün meyvesine dikkat etmesini sağlamak için büyük cihada, nefisle mücahedeye ihtiyaç vardır.
Bendin ilk dört dizesinde bir müridine, öğrencisine veya okura seslendiğini düşündüğümüz Mahtumkulu’nun, beşinci dizeyi okuyunca öncelikle ve bilhassa nefsini muhatap kabul ettiğini fark ediyoruz. Çünkü beşinci mısrada hitap doğrudan Allah’adır.
“Ha” hilmin hürmetine, rahm et ben bî-nevâya.
Ey Allah’ım, ben zavallı bir kulunum, sen Halim’sin, hilmin hürmetine rahmetinle muamele et.
İkinci bende başlarken parantez içinde olmak kaydıyla başka bir meseleden bahsedeceğim. Aynı tamlama, görme imkânı bulduğum iki metinden birinde “hasretli elemi” diğerinde “hayret-i âlemi” şeklinde okunmuş, ben ikincisini tercih ettim ama aslında ikisi de yanlış. Çünkü hem hasret hem hayret “hı” değil “ha” harfiyle başlıyor. Belki divanın başka baskılarında bu problem çözülmüştür. Hayret “hı” ile yazılsa hayır, iyilik anlamına gelebilir ama bağlama en uygun olan yine de şaşırma anlamındaki hayrettir.
“Hı” hayret-i âlemi benden özge kim eyler?
İnsan âlemi görür ve hayret eder. İnsan âlemi görür, tefekkürle Yaradanı bulur. Burada kâinatın yaratılış hikmetini izah eden ve tasavvuf edebiyatında üzerinde çok durulan “küntü kenzen” hadisine bir işaret olduğu söylenebilir.
“Dal” derdime devayı, senden özge kim eyler?
Derdin devası “O”dur. Her derdin devası ondandır. Aslında Niyazi’nin “Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş” dediği gibi onun hasretiyse, onun aşkıysa dert, bu dert aynı dermandır.
“Zel” zerre-yi günah var, “rı” rahmin merhem eyler.
Zerre miskal şer de işlense hasabı var. Dolayısıyla hiç kimse hesaptan kurtulamaz. O zaman kula düşen Allah’ın adaletinden rahmetine sığınmaktır.
“Ze” zor eylese aşkın, küllisin berhem eyler.
Ama Allah aşkı öyle güçlü bir iksirdir ki kul değil zerre kadar, dağlar kadar günah da işlese hepsini darmadağın edebilir.
“Sin” seherler bîdar et, pay gözleri hüşyara.
Bunun için de seher vakti uyanık kalmak, zikirle niyazla meşgul olmak gerekir. Mahtumkulu’nun başka bir şiirinde dediği gibi yüzünü yaşlarla yıkamak gerekir. Çünkü seher vakti verilen ihsanlardan gözleri açık olanlar, o an uykuda olmayanlar pay alabilecektir.
“Şın” şevkine düşenler, “sad” sabredip durmazlar.
Şevk çok önemli tasavvuf terimlerinden biridir. Allah’ın şevkine düşenler, artık yerinde duramaz, derviş olup yollara düşerler.
“Zad” ziyanı anlanlar, yürürler, yorulmazlar.
O şevk sayesinde hiç yorulmadan yürürler, çalışırlar, cehdederler. Bu şevki onlara kazandıran da Allah’ın ziyasını, kaynağı kendisi olan ışığını anlamış olmalarıdır.
“Tı” taleb-i dîdârın, ârâm karar kılmazlar.
Çünkü onlar “rüyet” aşkına düşmüşlerdir. Bu aşk, bu şevk onların durmadan ilerlemelerini, kazandıkları mertebeyle yetinmemelerini, yerlerinde duramamalarını netice vermiştir.
“Zı” zahirdir, “ayn” ilmin, bildirmesen bilmezler.
O’nun ilmi açıklardan açıktır ama kendisi bildirmezse kimse bilemez. Yine Niyazi’nin dediği gibi “Hak’tan âyân bir nesne yok / Gözsüzlere pinhan imiş.” İlk dört mısrada Allah’a seslenen Mahtumkulu bu bendi de dua ile tamamlıyor.
“Gayn” gaflet içinde koyma beni firağa.
Senin ilmin zahirdir, şevkine düşen, didarını talep eden yerinde duramaz ama bütün bunlara rağmen gaflette olanlar var Allah’ım, beni de öyle gaflet içinde bırakıp da ayrılık ateşiyle yakma. Herşeyden önce gafletten uyanmayı nasip et. Beni gözsüzlerden eyleme.
Dördüncü bentte şair gafleti dağıtacak, daimî huzur verecek tefekküre işaret ediyor.
“Fe” fikrini kılana, “kaf” kudretin yetmez mi?
Seni düşünen, anlamaya çalışan kudretine baksın. Herşeyin senin kudretinle, senin kudretinden olduğuna baksın. Bu mısraya kudret kelimesinin Türkmencede mucize anlamına da geldiğini bilerek bakmakta fayda var. O zaman senin yarattığın herşey bir mucize, bir ayettir, şeklinde de okuyabiliriz bu mısrayı.
“Kef” “kün” dediğin binaya, “lam” lem’atin yetmez mi?
Bu kâinat binası senin “kün” emrinle vücut buldu. Ol dedin, oldu. Yine senin her an isimlerinle, sıfatlarınla tecelli etmen sayesinde varlığını devam ettiriyor. Varlık, kudretinle var oldu, kayyumiyetinle ayakta.
“Mim” mâna anlayana, “nun” nimetin yetmez mi?
Aslında afaki tefekkürle zihni çok dağıtmaya da gerek yok, mana anlayan kişiler sadece senin kendilerine verdiğin nimetleri düşünseler, bu bile seni tanımalarına yeter.
“Vav” vaslına erenedek, “he” hicretin yetmez mi?
Bütün bunlar böyleyken, insan senin ayrılığına nasıl dayanabilir? Bu dünyada sadece vazifemiz olduğu için yaşayabiliriz. Çünkü sana kavuşmanın yolu da bu hicrana, bu ayrılığa katlanmaktan, dünya tarlasını hakkıyla ekip biçmekten geçiyor.
“Lam elif” yok itibar, dünya-yı bî-vefaya.
Elbette bu vefasız dünyaya sırf dünya için yapışılmaz, itibar edilmez. Olsa olsa bu ayrılık yurdundan layıkıyla kurtuluşa vesile olacağı, vuslat kapısı olduğu için yapışılır.
“Ye” yalancı dünyanın, işi hile-âl iledir.
Dünya yalancıdır, işi hileden ibarettir. Bu cümlede anlatılan bir bakıma “Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir.” (En’am/ 32) ayetinin ve benzer ayetlerin meali olarak da okunabilir.
Alıp görüp kıvanma, dibi zevâl iledir.
Bu dünyayı kazandım, elde ettim diye sevinme. Daha baştan zevale mahkûm edilmiştir.
Çarhın işi her zaman, bir ayrı hal iledir.
Bu dünya dönektir, dünyayı bazen kazanırız, bazen kaybederiz, bazen fakirlikle bazen zenginlikle sınanırız. Bunlara takılma.
Mahtumkulu bir gönlüm, yüz bin hayal iledir.
İnsanın bir gönlü olsa da hayali binlercedir. İnsanın arzusu, isteği bitmez. Kalp de durmadan değişir. Hep aynı duyguda aynı hassasiyette tutmak mümkün değildir. Zaten adı onun için kalptir ve onun için Allah resulü “Kalbimi dininde sabit kıl.” demiş, bu duayı ümmetine öğretmiştir.
İşim âsân etmezsen, döner “ala’s-salah”a.
Öyleyse Allahtan işimizi kolay kılmasını dilemek, kalbimizi hep hayır üzre sabit etmesini istemek lazım. Olmazsa da başka gidecek yer yok, yine namaz üzere, taat üzere onun kapısında durmak lazım.
Temrin 104, Haziran 2020
Tebrikler hocama
YanıtlaSil