GURBANNAZAR EZİZOV DOSYASINI TAKDİM / Hüdayi CAN

Birkaç ay önce Şeref Yılmaz Bey teklif edince bu dosyayı hazırlamaya başladım. Doğrusu bu teklife hemen evet dememin iki sebebi vardı. Birincisi çok sevdiğim, tanınmasını istediğim bir şair hakkında dosya hazırlamam istenmişti; ikincisi zaten bilgisayarımda epey hazır çeviri vardı bu dosyaya koyabileceğim. En azından o an öyle olduğunu zannediyordum. Çünkü Türkmenceden çeviri yapmaya 1997 yılında Ezizov’un metinleriyle başlamıştım. Çevirdiğim ilk hikâye Ezizov’un “Tabut” hikâyesi, ilk şiir yine şairin “Kar” şiiriydi. Ama aradan geçen yirmi küsur yıl içinde dört beş bilgisayar eskitmiş, yedi sekiz kez ev taşımıştım ve eski çevirilerimi sandığım kadar kolay bulamadım. Tabut’u yeniden çevirdim mesela. İçinde Kar şiirinin de bulunduğu dosyayı ise sonunda zor bela buldum. Ne var ki aradan geçen sürede çeviriye bakışım, dil anlayışım değişmiş olmalı. Bazı dizeleri zayıf buldum. Bazı yerler kafiye için zorlanmıştı. Bazen şiirin aslında ölçülü yazıldığını göz ardı etmiştim. Bazı şiirleri tekrar elden geçirdim. Özgün metnin güzelliğini verebildim mi? Elbette, hayır. Ezizov şiiri manayla birlikte sese, ahenge dayalı bir şiirdir çünkü.
Dosyaya başlarken girişe koyacağım bir yazıya da başlamıştım. Şairin kısa hayat hikayesi ve şiirlerine, sanatına kuşbakışı göz atma. Öyle düşünmüştüm. Dosya tamamlanırken yazdığım üç dört sayfalık metnin gittikçe anlamsızlaştığını fark ettim. Benim anlattığım şeyler diğer yazılarda da vardı, üstelik daha ayrıntılı ele alınmıştı. O yazıyı son anda dosyadan çıkardım ve bu takdim yazısını yazmaya karar verdim.
Genişçe bir şiir seçkisi, düzyazı örnekleri, şairin dostlarından hatıralar, birkaç değerlendirme. Dosyayı öyle hayal etmiştim. Ama hem yeterince zaman ayıramamam, kafamın karışıklığı, insanlarla iletişim kurmada yaşadığım güçlük, bir de bir dergi dosyasının sayfalarının sınırlı olması dosyanın tam istediğim gibi olmasına izin vermedi. Özellikle “Karakum” dergisinin 2019 yılı sayılarında yayımlanan bazı yazıları kısaltarak da olsa almak istiyordum. Hıdır Amangeldi’nin ve Gurbandurdı Geldiyev’in yazıları bence çok değerliydi. Ama bilen bilir en zor şeylerden biri laf kalabalığı yapmayan özgün ve güzel bir edebi metni özetlemektir. O yazıları kısaltmanın benim için mümkün olmadığını fark ettim. Her biri bir küçük kitap olabilecek hacimdeki o yazıları çevirmeyi başka zamana bıraktım. Biri benden önce çevirirse beni yükten kurtardığı için sevinirim.
Sonra dosyayı hazırlarken şöyle bir şey de geldi aklıma. Evet, Gurbannazar’dan epey şiir ve metin çevirmiştim ama onun hakkında yazdığım yazılar birkaç kısa tanıtım yazısından ibaretti. Keşke dosyayı başka biri hazırlasaydı da ben de dosyaya, özel ve ayrıntı bir konuda tek bir yazıyla katkıda bulunsaydım.
*
Eğer öyle olsa hangi konuda yazardım?
Belki şairin “Poeziýam bar.” (Şiirim var) dediği şiirini anlatmam gerekirdi. Bu ifade şairin otuz yaşında yazdığı bir şiirde geçiyor ve şiirin adı da “Otuz Yaşında Yazılan Şiir”. Yazıldığı dönemde hem yakın arkadaşları hem edebiyatçılar şaşırmışlar ve pek de hoş karşılamamışlar bu söylemi. Daha otuzunda bir şair nasıl böyle diyebilir, senin bir şiirin var mı yok mu onu tarih söyler, demişler. Bu tepkiyi Türkiyeli okurun anlaması için “poeziya” sözcüğünün “goşgı” sözcüğünden farkını anlatmak lazım belki. “Goşgı” tek bir şiir metni için kullanılan ifade. Dolayısıyla bir insan “Benim şiirim var.” derken “goşgı” sözcüğünü tercih etse kimse ona bir şey demez. İlkokulda yarışmaya katılan bir öğrenci de “işte benim şiirim” diyebilir o anlamıyla. Ama “poeziya” sözüyle daha geniş bir “şiir” kastediliyor. Mesela “Klasik Türkmen Poeziyası” ya da “Puşkin’in Poeziyası”, “Mahtumkulu’nun Poeziyası” gibi. “Benim poeziyam var” cümlesi, ben üzerinde kafa yorulacak, incelemelere konu olacak bir şiir dünyası vücuda getirdim demek.
Evet, geçen elli yıl Ezizov’un haklı olduğunu gösterdi. Bugün yaşasa seksen yaşında olacaktı Gurbannazar. “Bu nasıl şiir? Tercüme kokusu geliyor? Böyle cümle olur mu?” gibi yadırgayan ifadelerle karşılanan şiiri, daha hayattayken kimsenin bir şey söyleyemediği bir şiir haline geldi, sonralarıysa onu genç şairlerin ulaşılmaz üstadı seviyesine yükseltti.
Niçin böyle oldu? Bunu açmak gerekirdi işte. Önce arkadaşlarının anlattıklarıyla, tanıklıklarla onun şiire ve şiirine imanı anlatılmalı. Sonra şiirinin formu, kafiye ve ahenk üzerine düşündükleri şiirlerinden örneklerle açılmalı. Şiirinin sadece şekil üzerine kurulmadığı, felsefi derinliğe de sahip olduğu yine örneklerle gösterilmeli.
Onun kafiye anlayışını göstermesi için bu konuda kaleme aldığı bir gazete yazısını dosyaya koyduk. O zamana kadar kafiye denince dize sonundaki ses uyumu anlaşılıyordu sadece. Bizde de okullarda öğretildiği gibi. Redif, tam kafiye, zengin kafiye vb. Ezizov’un anlayışıyla kafiye daha içeri taşındı. Dizenin sadece sonunda değil de sondaki sözcüklere yayılan, hatta tamamına yayılabilen bir ses uyumu. Bizdeki kulak için göz için kafiye tartışmasını hatırlatıyor biraz, daha çok Yahya Kemal’in “deruni ahenk” dediği şey. Bunu yaparken Ezizov aliterasyon, asonans gibi ahenk unsurlarından da yararlanıyor. Hatta şair arkadaşı Geldiyev’in dediğine göre ünsüzlerin değerlerine de çok önem verirmiş. Mesela “l”, “n” gibi ünsüzlerin uyumunun sert bir ünsüzle kesilmemesine özen gösterirmiş. Bazen de bir kafede, evde, oturup eğlenirken kafiye yarışı yaparlarmış. Kimden duyduğumu hatırlamıyorum, biri bir gün böyle bir yarışta herkesin “karpuz” kelimesine kafiye aradığını bulunan kafiyelerden “karz pul”u birinci seçtiklerini anlatmıştı. “Karz pul” ödünç para demek bu arada.
*
Bu arada yukarda şairden bahsederken bir Ezizov, bir Gurbannazar dediğimi fark ettim. Evet, bazı şairlerden ön adıyla da bahsedilebiliyor. Mesela Ezizov’dan ön adıyla da bahseder Türkmenler. Bizim Nazım Hikmet’ten Nazım diye bahsedebildiğimiz gibi. Bu belki şairin okurla kurduğu samimi ilişkiden geliyordur, belki okurdaki algıdan kaynaklanıyordur. Aynı şekilde Kerim Gurbannepesov’dan ön adıyla bahsetseniz bir Türkmen’in yanında tuhaf kaçar. Saygısızlık yapmış gibi. Ona Kerim Ağa derler. Ağabey, amca hangisi uygunsa… Belki de Gurbannazar genç yaşta vefat ettiği için hep genç kaldı. Otuz beş yaşında dünyaya veda eden bir şaire kim amca diyebilir ki?
*
Gurbannazar Ezizov, Çağdaş Türkmen şiirinin öncü şairlerinden. Kısacık ömrüne azımsanamayacak sayıda güzel şiir sığdırmayı başarmış. O, şiirlerinde hüznü ve sonbahar mevsimini çokça misafir eder. Hayata bağlılık, tabiatla iç içe yaşamak, işlediği diğer temalardan. “Yazılmadık Şiirleri”nin ya da yazılamayan, söylenemeyen duygularının ıstırabı var mıdır satır aralarında? Dikkatli bakılırsa görülebilir. Belki bazen yazamadı, bazen yazabildikleri basılmadı. Şair dostu Ahmet Gurbannepesov 1995 yılında bir cildi daha önce çıkmış eserlerinden seçmeleri içeren, ikinci cildi basılmayan ya da kitap haline getirilmeyen eserlerini içeren iki ciltlik kitabını hazırlıyor. İlk cilde “Eserlerinden Seçmeler” adını verirken, ikinci cilde şairin bir şiirine atfen “Çıkmayan Kitabım” diyorlar. Ahmet Ağa İkinci cildin önsözünde o dönemde kitap çıkarmanın nasıl zor bir süreç olduğunu anlatır.
*
Gurbannazar Ezizov, akranları arasında dünya edebiyatını en iyi bilen, yakından takip edenlerden biriymiş. Bir süre evlerinde pansiyoner de olan şair arkadaşı Gurbandurdı Geldiyev öyle derdi. Başkalarından da duydum. O daha orta öğrenimini tamamlamadan bir üniversite öğrencisinin okuyabileceğinden fazla kitap okumuştur. Rus dilini çok iyi bildiği için Avrupa’da görülen edebi gelişmeleri de yakından takip edip anlarmış. Şairin olağanüstü okuma zevkiyle fıtri yeteneği birleşmiş, şiirde yeni bir üslup ve yol açmak düşüncesine cesaret vermiş.
Her yenilik büyük zorluklara göğüs germeyi gerektirir, bir bakıma, artık iyice kemikleşmiş geleneği yıkmak gibi çok su götürür bir yolda mücadele etmeyi de beraberinde gerektirir. Bu durum Ezizov için de kolay olmadı, hatta ona Avrupa şairlerini tercüme edip kendi ismiyle yayınlayan genç şair gözüyle bakanlar bile oldu. O günün basınında onun şiirleri hakkında birçok olumsuz değerlendirmeler yayımlandı.
Altmışlı yılların ortalarında R. Rojdevenskiy, Y. Yevtuşenko, A. Voznesenskiy, Bela Ahmadullina gibi yetenekli genç Rus şairlerin yaklaşımları yenilik olarak kabul ediliyor, eserleri bütün Sovyet basınında ağır bir şekilde eleştiriliyordu. Bu yeni hava Ezizov’a moral verdi. Tüm bu dedikodular onu doğru bildiği yoldan çevirmedi. Neticede, bir şair için en değerli şeyi, Gurbannazar Ezizov’un tarzı, Gurbannazar Ezizov’un üslubu şeklinde bir düşüncenin oluşmasını başardı.
Yukardaki bilgilerin çoğunu kendisinden duyduğum Gurbandurdı Ağa, Ezizov’un nasıl çalıştığını anlatırken de şöyle bir resim çizmişti. “Masasını toplardı. Zaten çalışma ortamı çok düzenli olurdu. Üstüne başına çekidüzen verir, ciddi bir şekilde çalışmaya otururdu. Masasının üzerinde sadece daha önce aldığı notlar olurdu. Kâğıdın bir kenarını çizgiyle ayırır, oraya notlarını yazardı. Daha önceden aklına gelen imgeler, fikirler vb. orada yazılı dururken kendisi kâğıdın kalan geniş kısmında çalışırdı. Çalışırken aklına o konuyla ilgisi olmayan başka bir buluş gelirse onu da çizgiyle sağ taraftan ayırdığı kısma not ederdi.”
Onun en çok sevdiği şairler arasında ilk sıraları Mahtumkulu, A. S. Puşkin, Nazım Hikmet, Pablo Neruda gibi şairler alıyordu.
*
“Ekselansları Şiir”
Bu ara başlık, şairin “Poeziya” yani “şiir” adlı eserinden bir dize. Metnin orijinalinde “Onun Alıhezretleri Poeziya” şeklinde geçiyor ve şiirin tamamında üç defa tekrarlanıyor. “Zat-ı âlileri hazreti şiir” şeklinde de aktarılabilir.
Ezizov, gerçekten şiirin sihrine ve büyüklüğüne iman etmiş bir şair. Şiire saygısını da ona bu şekilde hitap ederek ifade ediyor. O, genel olarak şiire değer verdiği, hürmet ettiği gibi, kendi şiirini de değerli görür. Üstelik bunu çekinmeden ifade etmiştir.
Dostu Annaberdi Agabayev, şairin vefatından sonra hakkında bir kitap kaleme alır. “Ezizov’un emri ile...” adlı bu kitapta şöyle bir olay anlatılıyor. Ezizov’un üniversiteye yeni başladığı, ulusal gazetelerde henüz yeni yeni şiirlerinin yayınlanmaya başladığı devirlerdir. Aynı bölümde yukarı sınıflarda okuyan bir şair daha vardır. Halil Kuliyev. Kuliyev o yıllarda genç şairler arasında kendisinden en çok söz edilen, sevilen, okunanlardan biri. Ezizov’un bölüme geldiğini duyunca onunla tanışmak, şiirlerini görmek ister. Bu karşılaşma elbette Gurbannazar Ezizov için önemlidir. Şiirlerini alır gider. O zaman Halil Kuliyev üniversitenin yurdunda kalmaktadır. Mütevazı yurt odasına girerler. Tanışırlar. Ezizov, şiirlerini gösterir ama Halil Kuliyev hemen alıp okumaz. Önce odasına çeki düzen verir, masasını toplar, sonra giyinip saçını tarar, en sonunda masaya oturup dosyayı inceler. Şiirin ciddi bir iş olduğundan, bir eğlence gibi rastgele araya sıkıştırılamayacağından bahseder. Agabayev’in anlattığına göre Gurbannazar Ezizov daha sonra bu olayı birçok yerde dile getirmiş. Tabii Halil Kuliyev’le de çok iyi arkadaş olmuşlar.
*
Hakkında yazılan iki kitap vardı okuduğum. Birini yıllarca şairle beraber oturup kalkan şair dostu Annaberdi Agabayev yazmış. “Ezizov’un emri ile…” İkincisini de yetişmesine yardımcı olduğu, onun takipçilerinden diyebileceğimiz Hıdır Amangeldi yazmış “Yalnız Seninle Bakilik Vardır”. Birincisinde daha çok anılara yer verilirken, ikincide şairin felsefi görüşleri, bazı şiirlerinin tahlili veriliyor, şairden ve şiirlerinden yola çıkarak ölüm, hayatın maksadı gibi felsefi meseleler irdeleniyor.
Sonradan hakkında birçok bilimsel çalışma yapıldı. Tezler yazıldı. Ortak anılarını yazanlar oldu. Türkiye’de de Ezizov hakkında yayınlar yapıldı. Ünal Zal doktora tezi hazırladı. Bilimsel makaleler, bildiriler yazdı. Daha sonra şairin kızıyla beraber mektuplarını yayımladı. Ahmet Gökçimen de şairin hayatı ve sanatı hakkında bir kitap yazdı.
*
Şairin Mezar Taşı Kitabesi
Ezizov’un vefatı trajik bir olaydır. Şimdiki adıyla Türkmenbaşı şehrinde (Krasnovodsk) genç Sovyet şairleri buluşması yapılacaktır. Gurbannazar da bir grup şair arkadaşıyla bu programa katılır. Dönüşte şairlerden bir kısmı uçakla dönecek birkaç kişi de arabayla dönecektir. Aslında Ezizov da uçakla dönecekler arasındadır ama dönüşte sohbet etmek, beraber vakit geçirmek için bir arkadaşına uçak biletini verir ve otomobili tercih eder. Dönüş yolunda Kazancık yakınlarında aklını yitirmiş bir asker kaçağı tarafından otomobil taranır ve iki şair arkadaşıyla birlikte Gurbannazar Ezizov da öldürülür.
Ezizov’un trajik vefatından sonra mezarının yazarlar birliği tarafından yapılması kararlaştırılır. Heykeltıraşların ressamların birliğine mezar taşı ısmarlanır. Aralarında konuşup mezar taşına yazmak için şairin Toprağım adlı şiirinde geçen şu dörtlüğü seçerler:
“Seniñ duzuñ iydim, nanıñı iydim,
Galplıgam etmedim, Hudaya şükür.
Käte göge galdım, kä gökden indim,
Emma hiç yitmedim, Hudaya şükür.”
Şair toprağına, vatanına sesleniyor bu dörtlükte; “Ey vatan senin tuzunu, ekmeğini yedim, ama Allah’a şükür sana karşı ters, yanlış bir hareketim de olmadı. Bazen göklere çıktım, bazen gökten indim, ama Allah’a şükür, hiç yok olmadım, basit meselelerde boğulup kim olduğumu unutmadım.” diyor.
Bir vesileyle heykeltıraş atölyelerinin bulunduğu yere yolu düşen, zamanın Türkmenistan Komünist Partisi üçüncü sekreteri bu kitabeyi görünce küplere biner. Ne biçim dörtlük bulmuşsunuz, bizim komsomol (genç komünist) şairimizin mezar taşına yazacak, halka iyi örnek olacak başka bir şey bulamadınız mı, hemen yok edin bunu diye orada bulunanları bir güzel azarlar. Yıl 1975, “Hüda” kelimesine mezar taşında bile tahammül edemezler.
Aslında bu şiirdeki “Hudaya şükür” ifadesine ilk tepki de değildir bu. Şair hayattayken, kendisine de yetkili biri bir keresinde aynı tepkiyi göstermiştir. Senin gibi akıllı, ilerici birinin bu devirde “Hüda” deyip durması yakışmıyor ama... diye. Şair “O zaman kime şükredeceğiz peki?” sorusuyla savunmuştur kendini.
Törene çok az kala mezar taşının uğradığı bu tuhaf sansür heykeltıraşların iki ayağını bir pabuca sokar. Ne yapalım diye şairin bacanağı, ressam Tokar Tugurov’a danışırlar. O da o dörtlüğü kapayacak büyüklükte başka bir mermere başka bir beyit yazmalarını söz konusu dörtlüğün üzerini bu yeni kitabeyle kapatmalarını söyler. Gerçekten de yine şairin güzel mısralarından olan
“Söyüñ meni ınsan söygüsi bile,
Çünki menem sizi söyüpdim cuda.”
Yani, “Sevin beni insan sevgisiyle, çünkü ben de sizi çok sevmiştim.” mısralarının yazılı olduğu kitabeyle “Hüda”lı dörtlüğü kapatırlar. Resmî tören yapılır. Aradan kısa bir süre geçince yapıştırma kitabe düşer, mezar taşı ilk haliyle kalır. Çokları bu ibretlik hadiseyi “bir hikmetle” diye açıklıyor Türkmenistan’da. Hatta Annaberdi Agabayev’in “Ezizov’un Emri İle...” adlı kitabında da güneşin etkisiyle üstteki mermer düştü deniyor.
Tokar Tugurov’dan daha fazlasını dinledim. Meğer Tugurov’un tavsiyesiyle ikinci kitabeyi hazırlayan gençler, üste yapıştırılacak kitabeyi güneşin etkisiyle kısa süre sonra düşecek şekilde yapıştırmışlar. Gerçekten de bir süre sonra yapıştırılan mermer düşmüş.
Bugün mezarında ikinci kitabe de esas kitabenin dibinde ona dayalı vaziyette durmaktadır.
Bu olayı anlatan bir yazısı var Ünal Zal’ın, yazının ismi “Gurbannazar Ezizov:
Mezar Taşına Bile Tahammül Edilemeyen Bir Şair”. Yazı güzel ama başlık gerçeği tam olarak ifade ediyor mu emin değilim. Başlıktaki “bile” sözünden yola çıkarak şöyle düşünebiliriz. Mezar taşına bile tahammül edilemedi, kendini, şiirlerini siz düşünün. Aslında öyle değildi. Sevilen, desteklenen bir şairdi çoğu zaman. Yaşadığı bazı ufak tefek anlaşmazlıklar, sorunlar varsa, o dönemde her sanatçının yaşadığı sorunlardır.
Şairin eserlerinde de öyle gözle görünür bir rejim karşıtlığı, muhaliflik yoktu. Olamazdı da zaten. Öyle şeyler söylemek istese de söyletmezlerdi. Bunu bilen insanlar da baştan öyle sorun çıkaracak sözler söylemezdi. Bir de şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla sanırım Gurbannazar gerçekten de güzel günlerin geleceğine inanıyordu. Dünya görüşü nasıldı, Allah’a inanır mıydı gibi sorular başlı başına bir yazının konusu. Amangeldi’nin çalışmasında bu konular üzerinde çokça durulmuş. Dedesinden çocukken bazı sureleri duaları öğrendiğini ve uzun süre yatarken dua okuduğunu öğreniyoruz mesela. Şiirlerinde yer yer yukarıda anlatılan şiir gibi tepki de çeken kelimeler kullandığı oluyor. Ama bence onda bir dinle sınırlandırılamayacak daha genel bir Tanrı inancı vardı. Bazı şiirlerinde panteizmi hatırlatan ifadeler de var. Ölüm hakkında çok düşündüğünü anlıyoruz şiirlerinden ve tek hikayesinden. Hümanist düşünceleri çok yoğun. Daha fazlası ince bir çalışma ve müstakil yazı yazmayı gerektirir sanırım.
*
Bu dosyaya katkılarından dolayı şairin kızı Yazgül Ezizova’ya ve Dr. Ünal Zal’a teşekkür ederim. Gurbannazar Ezizov’u ve birkaç yıl önce vefat ettiğini öğrendiğim Ahmet Gurbannepesov’u rahmetle anıyorum.
Temrin 120, Ekim/2021
Eğer öyle olsa hangi konuda yazardım?
Belki şairin “Poeziýam bar.” (Şiirim var) dediği şiirini anlatmam gerekirdi. Bu ifade şairin otuz yaşında yazdığı bir şiirde geçiyor ve şiirin adı da “Otuz Yaşında Yazılan Şiir”. Yazıldığı dönemde hem yakın arkadaşları hem edebiyatçılar şaşırmışlar ve pek de hoş karşılamamışlar bu söylemi. Daha otuzunda bir şair nasıl böyle diyebilir, senin bir şiirin var mı yok mu onu tarih söyler, demişler. Bu tepkiyi Türkiyeli okurun anlaması için “poeziya” sözcüğünün “goşgı” sözcüğünden farkını anlatmak lazım belki. “Goşgı” tek bir şiir metni için kullanılan ifade. Dolayısıyla bir insan “Benim şiirim var.” derken “goşgı” sözcüğünü tercih etse kimse ona bir şey demez. İlkokulda yarışmaya katılan bir öğrenci de “işte benim şiirim” diyebilir o anlamıyla. Ama “poeziya” sözüyle daha geniş bir “şiir” kastediliyor. Mesela “Klasik Türkmen Poeziyası” ya da “Puşkin’in Poeziyası”, “Mahtumkulu’nun Poeziyası” gibi. “Benim poeziyam var” cümlesi, ben üzerinde kafa yorulacak, incelemelere konu olacak bir şiir dünyası vücuda getirdim demek.
Evet, geçen elli yıl Ezizov’un haklı olduğunu gösterdi. Bugün yaşasa seksen yaşında olacaktı Gurbannazar. “Bu nasıl şiir? Tercüme kokusu geliyor? Böyle cümle olur mu?” gibi yadırgayan ifadelerle karşılanan şiiri, daha hayattayken kimsenin bir şey söyleyemediği bir şiir haline geldi, sonralarıysa onu genç şairlerin ulaşılmaz üstadı seviyesine yükseltti.
Niçin böyle oldu? Bunu açmak gerekirdi işte. Önce arkadaşlarının anlattıklarıyla, tanıklıklarla onun şiire ve şiirine imanı anlatılmalı. Sonra şiirinin formu, kafiye ve ahenk üzerine düşündükleri şiirlerinden örneklerle açılmalı. Şiirinin sadece şekil üzerine kurulmadığı, felsefi derinliğe de sahip olduğu yine örneklerle gösterilmeli.
Onun kafiye anlayışını göstermesi için bu konuda kaleme aldığı bir gazete yazısını dosyaya koyduk. O zamana kadar kafiye denince dize sonundaki ses uyumu anlaşılıyordu sadece. Bizde de okullarda öğretildiği gibi. Redif, tam kafiye, zengin kafiye vb. Ezizov’un anlayışıyla kafiye daha içeri taşındı. Dizenin sadece sonunda değil de sondaki sözcüklere yayılan, hatta tamamına yayılabilen bir ses uyumu. Bizdeki kulak için göz için kafiye tartışmasını hatırlatıyor biraz, daha çok Yahya Kemal’in “deruni ahenk” dediği şey. Bunu yaparken Ezizov aliterasyon, asonans gibi ahenk unsurlarından da yararlanıyor. Hatta şair arkadaşı Geldiyev’in dediğine göre ünsüzlerin değerlerine de çok önem verirmiş. Mesela “l”, “n” gibi ünsüzlerin uyumunun sert bir ünsüzle kesilmemesine özen gösterirmiş. Bazen de bir kafede, evde, oturup eğlenirken kafiye yarışı yaparlarmış. Kimden duyduğumu hatırlamıyorum, biri bir gün böyle bir yarışta herkesin “karpuz” kelimesine kafiye aradığını bulunan kafiyelerden “karz pul”u birinci seçtiklerini anlatmıştı. “Karz pul” ödünç para demek bu arada.
*
Bu arada yukarda şairden bahsederken bir Ezizov, bir Gurbannazar dediğimi fark ettim. Evet, bazı şairlerden ön adıyla da bahsedilebiliyor. Mesela Ezizov’dan ön adıyla da bahseder Türkmenler. Bizim Nazım Hikmet’ten Nazım diye bahsedebildiğimiz gibi. Bu belki şairin okurla kurduğu samimi ilişkiden geliyordur, belki okurdaki algıdan kaynaklanıyordur. Aynı şekilde Kerim Gurbannepesov’dan ön adıyla bahsetseniz bir Türkmen’in yanında tuhaf kaçar. Saygısızlık yapmış gibi. Ona Kerim Ağa derler. Ağabey, amca hangisi uygunsa… Belki de Gurbannazar genç yaşta vefat ettiği için hep genç kaldı. Otuz beş yaşında dünyaya veda eden bir şaire kim amca diyebilir ki?
*
Gurbannazar Ezizov, Çağdaş Türkmen şiirinin öncü şairlerinden. Kısacık ömrüne azımsanamayacak sayıda güzel şiir sığdırmayı başarmış. O, şiirlerinde hüznü ve sonbahar mevsimini çokça misafir eder. Hayata bağlılık, tabiatla iç içe yaşamak, işlediği diğer temalardan. “Yazılmadık Şiirleri”nin ya da yazılamayan, söylenemeyen duygularının ıstırabı var mıdır satır aralarında? Dikkatli bakılırsa görülebilir. Belki bazen yazamadı, bazen yazabildikleri basılmadı. Şair dostu Ahmet Gurbannepesov 1995 yılında bir cildi daha önce çıkmış eserlerinden seçmeleri içeren, ikinci cildi basılmayan ya da kitap haline getirilmeyen eserlerini içeren iki ciltlik kitabını hazırlıyor. İlk cilde “Eserlerinden Seçmeler” adını verirken, ikinci cilde şairin bir şiirine atfen “Çıkmayan Kitabım” diyorlar. Ahmet Ağa İkinci cildin önsözünde o dönemde kitap çıkarmanın nasıl zor bir süreç olduğunu anlatır.
*
Gurbannazar Ezizov, akranları arasında dünya edebiyatını en iyi bilen, yakından takip edenlerden biriymiş. Bir süre evlerinde pansiyoner de olan şair arkadaşı Gurbandurdı Geldiyev öyle derdi. Başkalarından da duydum. O daha orta öğrenimini tamamlamadan bir üniversite öğrencisinin okuyabileceğinden fazla kitap okumuştur. Rus dilini çok iyi bildiği için Avrupa’da görülen edebi gelişmeleri de yakından takip edip anlarmış. Şairin olağanüstü okuma zevkiyle fıtri yeteneği birleşmiş, şiirde yeni bir üslup ve yol açmak düşüncesine cesaret vermiş.
Her yenilik büyük zorluklara göğüs germeyi gerektirir, bir bakıma, artık iyice kemikleşmiş geleneği yıkmak gibi çok su götürür bir yolda mücadele etmeyi de beraberinde gerektirir. Bu durum Ezizov için de kolay olmadı, hatta ona Avrupa şairlerini tercüme edip kendi ismiyle yayınlayan genç şair gözüyle bakanlar bile oldu. O günün basınında onun şiirleri hakkında birçok olumsuz değerlendirmeler yayımlandı.
Altmışlı yılların ortalarında R. Rojdevenskiy, Y. Yevtuşenko, A. Voznesenskiy, Bela Ahmadullina gibi yetenekli genç Rus şairlerin yaklaşımları yenilik olarak kabul ediliyor, eserleri bütün Sovyet basınında ağır bir şekilde eleştiriliyordu. Bu yeni hava Ezizov’a moral verdi. Tüm bu dedikodular onu doğru bildiği yoldan çevirmedi. Neticede, bir şair için en değerli şeyi, Gurbannazar Ezizov’un tarzı, Gurbannazar Ezizov’un üslubu şeklinde bir düşüncenin oluşmasını başardı.
Yukardaki bilgilerin çoğunu kendisinden duyduğum Gurbandurdı Ağa, Ezizov’un nasıl çalıştığını anlatırken de şöyle bir resim çizmişti. “Masasını toplardı. Zaten çalışma ortamı çok düzenli olurdu. Üstüne başına çekidüzen verir, ciddi bir şekilde çalışmaya otururdu. Masasının üzerinde sadece daha önce aldığı notlar olurdu. Kâğıdın bir kenarını çizgiyle ayırır, oraya notlarını yazardı. Daha önceden aklına gelen imgeler, fikirler vb. orada yazılı dururken kendisi kâğıdın kalan geniş kısmında çalışırdı. Çalışırken aklına o konuyla ilgisi olmayan başka bir buluş gelirse onu da çizgiyle sağ taraftan ayırdığı kısma not ederdi.”
Onun en çok sevdiği şairler arasında ilk sıraları Mahtumkulu, A. S. Puşkin, Nazım Hikmet, Pablo Neruda gibi şairler alıyordu.
*
“Ekselansları Şiir”
Bu ara başlık, şairin “Poeziya” yani “şiir” adlı eserinden bir dize. Metnin orijinalinde “Onun Alıhezretleri Poeziya” şeklinde geçiyor ve şiirin tamamında üç defa tekrarlanıyor. “Zat-ı âlileri hazreti şiir” şeklinde de aktarılabilir.
Ezizov, gerçekten şiirin sihrine ve büyüklüğüne iman etmiş bir şair. Şiire saygısını da ona bu şekilde hitap ederek ifade ediyor. O, genel olarak şiire değer verdiği, hürmet ettiği gibi, kendi şiirini de değerli görür. Üstelik bunu çekinmeden ifade etmiştir.
Dostu Annaberdi Agabayev, şairin vefatından sonra hakkında bir kitap kaleme alır. “Ezizov’un emri ile...” adlı bu kitapta şöyle bir olay anlatılıyor. Ezizov’un üniversiteye yeni başladığı, ulusal gazetelerde henüz yeni yeni şiirlerinin yayınlanmaya başladığı devirlerdir. Aynı bölümde yukarı sınıflarda okuyan bir şair daha vardır. Halil Kuliyev. Kuliyev o yıllarda genç şairler arasında kendisinden en çok söz edilen, sevilen, okunanlardan biri. Ezizov’un bölüme geldiğini duyunca onunla tanışmak, şiirlerini görmek ister. Bu karşılaşma elbette Gurbannazar Ezizov için önemlidir. Şiirlerini alır gider. O zaman Halil Kuliyev üniversitenin yurdunda kalmaktadır. Mütevazı yurt odasına girerler. Tanışırlar. Ezizov, şiirlerini gösterir ama Halil Kuliyev hemen alıp okumaz. Önce odasına çeki düzen verir, masasını toplar, sonra giyinip saçını tarar, en sonunda masaya oturup dosyayı inceler. Şiirin ciddi bir iş olduğundan, bir eğlence gibi rastgele araya sıkıştırılamayacağından bahseder. Agabayev’in anlattığına göre Gurbannazar Ezizov daha sonra bu olayı birçok yerde dile getirmiş. Tabii Halil Kuliyev’le de çok iyi arkadaş olmuşlar.
*
Hakkında yazılan iki kitap vardı okuduğum. Birini yıllarca şairle beraber oturup kalkan şair dostu Annaberdi Agabayev yazmış. “Ezizov’un emri ile…” İkincisini de yetişmesine yardımcı olduğu, onun takipçilerinden diyebileceğimiz Hıdır Amangeldi yazmış “Yalnız Seninle Bakilik Vardır”. Birincisinde daha çok anılara yer verilirken, ikincide şairin felsefi görüşleri, bazı şiirlerinin tahlili veriliyor, şairden ve şiirlerinden yola çıkarak ölüm, hayatın maksadı gibi felsefi meseleler irdeleniyor.
Sonradan hakkında birçok bilimsel çalışma yapıldı. Tezler yazıldı. Ortak anılarını yazanlar oldu. Türkiye’de de Ezizov hakkında yayınlar yapıldı. Ünal Zal doktora tezi hazırladı. Bilimsel makaleler, bildiriler yazdı. Daha sonra şairin kızıyla beraber mektuplarını yayımladı. Ahmet Gökçimen de şairin hayatı ve sanatı hakkında bir kitap yazdı.
*
Şairin Mezar Taşı Kitabesi
Ezizov’un vefatı trajik bir olaydır. Şimdiki adıyla Türkmenbaşı şehrinde (Krasnovodsk) genç Sovyet şairleri buluşması yapılacaktır. Gurbannazar da bir grup şair arkadaşıyla bu programa katılır. Dönüşte şairlerden bir kısmı uçakla dönecek birkaç kişi de arabayla dönecektir. Aslında Ezizov da uçakla dönecekler arasındadır ama dönüşte sohbet etmek, beraber vakit geçirmek için bir arkadaşına uçak biletini verir ve otomobili tercih eder. Dönüş yolunda Kazancık yakınlarında aklını yitirmiş bir asker kaçağı tarafından otomobil taranır ve iki şair arkadaşıyla birlikte Gurbannazar Ezizov da öldürülür.
Ezizov’un trajik vefatından sonra mezarının yazarlar birliği tarafından yapılması kararlaştırılır. Heykeltıraşların ressamların birliğine mezar taşı ısmarlanır. Aralarında konuşup mezar taşına yazmak için şairin Toprağım adlı şiirinde geçen şu dörtlüğü seçerler:
“Seniñ duzuñ iydim, nanıñı iydim,
Galplıgam etmedim, Hudaya şükür.
Käte göge galdım, kä gökden indim,
Emma hiç yitmedim, Hudaya şükür.”
Şair toprağına, vatanına sesleniyor bu dörtlükte; “Ey vatan senin tuzunu, ekmeğini yedim, ama Allah’a şükür sana karşı ters, yanlış bir hareketim de olmadı. Bazen göklere çıktım, bazen gökten indim, ama Allah’a şükür, hiç yok olmadım, basit meselelerde boğulup kim olduğumu unutmadım.” diyor.
Bir vesileyle heykeltıraş atölyelerinin bulunduğu yere yolu düşen, zamanın Türkmenistan Komünist Partisi üçüncü sekreteri bu kitabeyi görünce küplere biner. Ne biçim dörtlük bulmuşsunuz, bizim komsomol (genç komünist) şairimizin mezar taşına yazacak, halka iyi örnek olacak başka bir şey bulamadınız mı, hemen yok edin bunu diye orada bulunanları bir güzel azarlar. Yıl 1975, “Hüda” kelimesine mezar taşında bile tahammül edemezler.
Aslında bu şiirdeki “Hudaya şükür” ifadesine ilk tepki de değildir bu. Şair hayattayken, kendisine de yetkili biri bir keresinde aynı tepkiyi göstermiştir. Senin gibi akıllı, ilerici birinin bu devirde “Hüda” deyip durması yakışmıyor ama... diye. Şair “O zaman kime şükredeceğiz peki?” sorusuyla savunmuştur kendini.
Törene çok az kala mezar taşının uğradığı bu tuhaf sansür heykeltıraşların iki ayağını bir pabuca sokar. Ne yapalım diye şairin bacanağı, ressam Tokar Tugurov’a danışırlar. O da o dörtlüğü kapayacak büyüklükte başka bir mermere başka bir beyit yazmalarını söz konusu dörtlüğün üzerini bu yeni kitabeyle kapatmalarını söyler. Gerçekten de yine şairin güzel mısralarından olan
“Söyüñ meni ınsan söygüsi bile,
Çünki menem sizi söyüpdim cuda.”
Yani, “Sevin beni insan sevgisiyle, çünkü ben de sizi çok sevmiştim.” mısralarının yazılı olduğu kitabeyle “Hüda”lı dörtlüğü kapatırlar. Resmî tören yapılır. Aradan kısa bir süre geçince yapıştırma kitabe düşer, mezar taşı ilk haliyle kalır. Çokları bu ibretlik hadiseyi “bir hikmetle” diye açıklıyor Türkmenistan’da. Hatta Annaberdi Agabayev’in “Ezizov’un Emri İle...” adlı kitabında da güneşin etkisiyle üstteki mermer düştü deniyor.
Tokar Tugurov’dan daha fazlasını dinledim. Meğer Tugurov’un tavsiyesiyle ikinci kitabeyi hazırlayan gençler, üste yapıştırılacak kitabeyi güneşin etkisiyle kısa süre sonra düşecek şekilde yapıştırmışlar. Gerçekten de bir süre sonra yapıştırılan mermer düşmüş.
Bugün mezarında ikinci kitabe de esas kitabenin dibinde ona dayalı vaziyette durmaktadır.
Bu olayı anlatan bir yazısı var Ünal Zal’ın, yazının ismi “Gurbannazar Ezizov:
Mezar Taşına Bile Tahammül Edilemeyen Bir Şair”. Yazı güzel ama başlık gerçeği tam olarak ifade ediyor mu emin değilim. Başlıktaki “bile” sözünden yola çıkarak şöyle düşünebiliriz. Mezar taşına bile tahammül edilemedi, kendini, şiirlerini siz düşünün. Aslında öyle değildi. Sevilen, desteklenen bir şairdi çoğu zaman. Yaşadığı bazı ufak tefek anlaşmazlıklar, sorunlar varsa, o dönemde her sanatçının yaşadığı sorunlardır.
Şairin eserlerinde de öyle gözle görünür bir rejim karşıtlığı, muhaliflik yoktu. Olamazdı da zaten. Öyle şeyler söylemek istese de söyletmezlerdi. Bunu bilen insanlar da baştan öyle sorun çıkaracak sözler söylemezdi. Bir de şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla sanırım Gurbannazar gerçekten de güzel günlerin geleceğine inanıyordu. Dünya görüşü nasıldı, Allah’a inanır mıydı gibi sorular başlı başına bir yazının konusu. Amangeldi’nin çalışmasında bu konular üzerinde çokça durulmuş. Dedesinden çocukken bazı sureleri duaları öğrendiğini ve uzun süre yatarken dua okuduğunu öğreniyoruz mesela. Şiirlerinde yer yer yukarıda anlatılan şiir gibi tepki de çeken kelimeler kullandığı oluyor. Ama bence onda bir dinle sınırlandırılamayacak daha genel bir Tanrı inancı vardı. Bazı şiirlerinde panteizmi hatırlatan ifadeler de var. Ölüm hakkında çok düşündüğünü anlıyoruz şiirlerinden ve tek hikayesinden. Hümanist düşünceleri çok yoğun. Daha fazlası ince bir çalışma ve müstakil yazı yazmayı gerektirir sanırım.
*
Bu dosyaya katkılarından dolayı şairin kızı Yazgül Ezizova’ya ve Dr. Ünal Zal’a teşekkür ederim. Gurbannazar Ezizov’u ve birkaç yıl önce vefat ettiğini öğrendiğim Ahmet Gurbannepesov’u rahmetle anıyorum.
Temrin 120, Ekim/2021
Yorumlar
Yorum Gönder