KALEM / Hudayberdi Hally

KALEM
ya da
Bir Kıt’anın Tarihi

(mesel)



Ali Şir Nevâî’nin “Bedâyi’ül-Vasat” kitabındaki mücevher taneleri gibi şiirlerinin arasında bir kıt’a özellikle dikkat çekicidir. Şairin sık sık dediği gibi “Allahü a’lem bi’s-savab” yani doğrusunu Hak bilir diyerek söylersek, o kıt’anın yazılması Nevâî için hiç de kolay olmamış.
İslam aleminde mübarek ramazan ayı sona erip büyük bayramın sevinci halkın üzerine inince, Horasan’ın hükümdarı Sultan Hüseyin Baykara da Herat’ta bir şölen meclisi kurmuş.
Ziyafete çağrılan vezirler, hanlar, beyler yerlerine geçmeden önce bir bir sultanın karşısında saygılarını sunmuş; birçoğu diz çöküp, sultanın bayramını kutlamış. Dünyanın sahibine övgülerle ithaf etikleri kasideleri huzurunda okuyup şanını yüceltmişler. Onların sözüne bakılırsa ramazanın bütün hayrı, himmeti; tüm cömertliği Hüseyin Baykara’yla bağlantılı gibiymiş. Sultanın onaylayan işaretini gören vezir vüzera, şair şuara sırayla sofra başına geçiyorlarmış.
Derken sıra hikmet ve feraset sahibi Ali Şir Nevâî’ye gelmiş. Her ne kadar zor da gelse, şair sultanın önünde yüce başını eğmiş, ama bu sultana yeterli gelmemiş. Çünkü o tebaasından kendisini üzerinde taşımadığı sıfatlarla övmelerini bekliyormuş ki bu doğunun çok tatlı ve bir alışanın bir daha bırakamadığı bir alışkanlığır.
Ali Şir Nevâî de bu geleneğe uymak, kalbinin onaylamadığı sözleri dile getirmek zorunda kalmış.
- Ey sultanım! Sen çok temiz, pirüpak insansın. Senin ataların asil, peygamber soyu seyitler neslindendir. Sen dünyadaki en alim, en bilge kişisin. Diline Hak Teâlâ’dan başka şey almayan; mal mülkten, şöhretten yüz çeviren zahitsin. Senin doğumun için halkın başına devlet kuşunun konması desek sezadır. Her bir sözün bütün Horasan’da yankılanır! Sen eşi benzeri olmayan bir insansın.
Sultan Hüseyin’in yüzünden buna kanaat ettiği anlaşılıp, gözleri süzülünce, Ali Şir Nevâî övgü için sırasını bekleyen adama yol açıp, ziyafet sofrasının başına varmış. Şimdi o sözlerini bu kuş sütü eksik sofrada nefis yemeklerle sindirmesi lazımdır. Ama sultan sofrasındaki birbirinden güzel nimetlerin ne kadar pahalıya mal olduğunu göz önüne getiren şair karşısında duran yiyeceklere el uzatamamış, ağzından çıkan sözler boğazına dizildiği için ne bir lokma bir şey yiyebilmiş ne bir yudum bir şey içebilmiş.
Sultanın ziyafetinden aç dönen şair bir türlü vicdanını rahatlatamıyormuş. “Sen aslı temiz olmayana ‘pak’ dedin, çocukluğundan beri tanıdığın ahmağı ‘akıllı’, bir azgını ‘zahit’ olarak betimledin.
Hükümdara söylediği sözler zihninde dönüp duruyor, bu düşünceler onu bir türlü rahat bırakmıyormuş.
Sonra birden bilgenin kalemi sarı kâğıdın üstünde yüzmeye başlamış. Büyük şairin o gün yazdığı kıt’ayı Türkmen şairi Kerim Gurbannepes asırlar sonra bir parça sadeleştirerek şu şekilde okurlarına ulaştırdı:

Sen asil bir adamsın. Bir bilge adam.
Eşin benzerin yok. Halk için doğan.
Bir bak, hepitopu iki mısrada
Hakkında söyledim dört tane yalan.

Büyük üstat kalemle doğru ve yalanın arasını açmış. Kalem hakikati ortaya koyduktan sonra yüreği rahatlamış. Böylelikle şairin bu anısından bizlere dil her sözü söyleyebilir ama kâğıt üstüne yalnız hakikat yazılır şeklindeki kural miras kalmış.



 



Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar